Sadece Litres-də oxuyun

Kitab fayl olaraq yüklənə bilməz, yalnız mobil tətbiq və ya onlayn olaraq veb saytımızda oxuna bilər.

Kitabı oxu: «Gagauzlara Dair»

Şrift:

MERHABA…

TİKA görevlendirmesi ile 16 ay kadar (24 Mart 2001 –15 Temmuz 2002) Moldova Cumhuriyeti, Gagauz Yeri, Komrat Devlet Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdim. Bizler için adeta Kafdağı’nın ardındaki bir dünya olan Sovyetlerin, bir parçası Moldova’da bulunmak her zaman heyecanlandırdı beni. Moldova’yı, Moldovanları, Gagauzları, Bulgarları, Ukraynları, Rusları daha yakından tanıyabilmek için köy köy dolaştım. Gagauzya’da dil problemi olmadı. Zira, aynı dili konuşuyorduk. Gagauz Yeri’nde, Gagauzlarla birlikte yaşayan Bulgarların, Moldovanların, Rusların da Türkçe bilmeleri şaşırtmadı beni. Zaman geçtikçe, Gagauzlarla aynı kültürü yaşadığımızı gördüm. Sadece Gagauzlar değil, diğer halklarla da aradaki din farkına rağmen kültürel benzerlikleri görmek, gönülden bir yakınlık yarattı bende.

Moldova’da görevde iken sunduğum bir projede, Karadeniz coğrafyası müziklerinden ve danslarından yola çıkarak, bir altın halkanın, Karadeniz etrafına tespih taneleri gibi dizilmiş kültürlerin benzerliklerini, yakınlıklarını bulmayı hayâl ettim. “Ezgilerin İzinde” adını verdiğim bu proje şu görüşlerden yola çıkıyordu:

“Kültürlere, harita üzerinde sınır çizmek mümkün değildir. Kültürler, tarih içinde birbirlerinden etkilenmiş; alış verişte bulunmuşlardır. Görünüşlerinin değişmesine rağmen ritüellerden, mutfak kültürüne, etnoğrafik ürünlere, mimariye, duyuş ve davranış biçimine, adet ve geleneklere kadar komşu kültürlerde benzer yahut yakın motiflere, unsurlara rastlamak mümkündür. Farklı kültürler üzerinde arkeolojinin metodlarından istifade edilerek yapılacak çalışmalar bizi orijinal kültürlere götürecektir. Özellikle halk dansları, halk müzikleri bu anlamda üzerinde durulması gereken alanlardır.

“Diğer önemli bir konu, milletleri, halkları tarih kitaplarından tanımak, anlamak mümkün değildir. Bir milleti, onun maddi ve manevi yaratmaları olan kültüründen tanıyıp, anlayabiliriz. Tarih kitaplarının uzaklaştırdığı milletleri, kültür, sanat yaklaştırabilir ancak..”

Moldova’da bulunduğum süre içerisinde, Moldovan, Romen, Bulgar, Gagauz halk danslarını ve halk müziklerini yakından izlemek imkânını elde ettim. Bir edebiyatçı olmama rağmen; bu kültürlerin müzikleri ve halk dansları ile Türk halk müziği ve halk dansları arasındaki benzerlikler, ortak motifler, benzer figürler dikkatimi çekti.

Sovyetlerin dağılmasından sonra, Karadeniz coğrafyasındaki devletler arasında ekonomik işbirliğini geliştirecek çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaları halklar seviyesinde destekleyecek; milletleri birbirine yaklaştıracak kültür ve sanat çalışmalarına da ihtiyaç vardır.

Bu cümleden olmak üzere, Karadeniz coğrafyasını yakından tanıması gereken Tika’nın tecrübeleriyle, TRT’nin imkânları birleşerek “Ezgilerin İzinde” başlığı altında; ezgilerden ve halk danslarından yola çıkarak Karadeniz halklarının manevî kimliğini ortaya koyacak; kültürler arasındaki benzerlik ve yakınlıkları gösterecek bir belgesel çalışması yapılabilir. Karadeniz coğrafyası televizyonları ve uzmanları ile yapılacak ve internet ortamına da aktarılacak bu belgesel çalışma, sadece Türk seyirci esas alınarak değil; özellikle Karadeniz halkları olmak üzere dünya televizyonları hedeflenerek hazırlanabilir. Türk halk müzikleri ve dansları esas olmak üzere, mesela Balkanlardan başlamak üzere bütün Karadeniz coğrafyası taranarak ezgilerin, dansların kaynakları, hikâyeleri, melodi-figür özellikleri, sosyal-kültürel boyutları farklı kültürlerdeki uzantıları, mitolojik hikâyeler, efsaneler, çeşitli anlatmalar diğer kültürel motifler ve hayat tarzları, coğrafyanın sunduğu imkân ve zenginliklerle beslenerek seri belgesel yapılabilir. Yukarıda ifade ettiğim gibi eğer bu çalışmada müzikologlar, kareograflar ve sahanın uzmanları, arkeolojinin metodlarıyla, kültürlerin tarihi katmanları üzerinde derinlemesine ortaklaşa çalışma yaparlarsa halkların yakınlaşması sağlanmı olacaktır.

Uzun sürecek bir ön araştırma gerektiren bu belgeselde, Türk uzmanlar yanında, mesela, Moldovan, Gagauz, Bulgar, Yunan, Boşnak, Makedon, Romen, Ukraynalı, Rus, Gürcü… müzikolog, kareograf ve folklor uzmanlarıyla ortaklaşa çalışmaya ihtiyaç vardır. Karadeniz ülkelerinde yapılacak belgesel çalışması esnasında bu halkların kimlikleri, yapıları daha yakından incelenebilir.

“Ezgilerin İzinde” gibi çalışmaların milletleri birbirine yaklaştırmada, barışı sağlamlaştırmada, ekonomik ve ticari işbirlikler kadar, hatta çok daha önemli olduğu kanaatindeyim.”

Bu projeden neden bahsettim. Bugün iki ülke, Türkiye ve Moldova arasında tesis edilmiş bulunan dostluk ortamını ekonomik, ticari planda daha çok geliştirmeye; ama daha önemlisi, halkların ruhu olan kültürlerde buluşturmaya ihtiyaç vardır. İki ülkenin halkları arasında din farkına rağmen, büyük bir kültürel yakınlık bulunduğuna inanıyorum. Bu yakınlığı, sinema, tiyatro, müzik, edebiyat, dans.. gibi sanatlarla geliştirmeye ihtiyaç vardır. Iki ülkenin televizyonları arasında gerçekleştirilecek işbirliği ile iki dost yüz karşı karşıya gelecektir.

Türkiye ile Moldova arasındaki ilişkiler gelişmek mecburiyetindedir. Bu gelişme iki ülke için de; daha çok Türkiye’nin bu coğrafyadaki menfaatleri bakımından önemlidir. Moldova halkının Türk toplumuna karşı duyduğu yakınlık, sevgi iyi değerlendirilmelidir.

Moldova’da bulunduğum süre içerisinde Gagauz toplumunun hayatı ile ilgili çalışmalar yapmak istedim. Gaga-uzlarda Ölüm Adetleri ve Halk Takvimi üzerine köy köy dolaşarak derleme çalışmaları yaptım. Henüz çalışmalarım tamamlanmış değil. İmkân bulabilirsem, Gagauz Yeri’nde Vulkaneşti yöresi ve Ukrayna’nın Odesa bölgesinde derleme çalışmalarımı devam ettirmek istiyorum. Ortaya çıkacak çalışmayı bilim adamlarının dikkatlerine sunacağım.

Ezgilerin İzinde projesinde olduğu gibi, ritüellerin, adetlerin, inanmaların benzer yahut farklı kültürlerdeki görünüşleri, bizleri kültürlerin ruhuna, oradan da ortak duyuş tarzına götürecektir. Daha da önemlisi, tabiat karşısında insana…

Gagauzlar, coğrafya değişimlerine rağmen yüzyıllarca toprağa bağlı olarak yaşamış; çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen bir halktır. Sovyetler döneminde de endüstri ve sanayinin girmediği Gagauzya’da, Gagauzlar bilinçli olarak tarım ve hayvancılığa mahkûm edilmişlerdir. Esasında Tirespol bölgesi (Rus bölgesi) hariç Moldova halkları tarım ve hayvancılığa mahkûm edilmiştir.

Yüzyıllar boyunca azınlık psikolojisiyle kendi kabuğuna çekilen, köylerde, tarlalarda dillerini ve kültürlerini büyük bir titizlikle muhafaza eden Gagauzlar, hürriyetleri kısıtlandığı, dillerinin fonetiğine uygun alfabeyle yazma imkânı tanınmadığı için kendi romanlarını, tiyatrolarını, sinemalarını yaratamamışlardır. Emekleme hâlindeki şiirleri de ancak Dimitri Karaçoban’la başlar. Bugün millî romantik duyuş tarzıyla eser veren ressam Dimitri Savastin, heykeltraş Tanas Karaçoban, kompozitör Dimitri Gagauz.. çağdaş sanat dünyasında yer edinmeye çalışan Gagauz sanatçılardır. Dikkat edilirse, Gagauzların bütün edebiyatları folklor ürünlerinden öte gitmez. Edebiyatlarındaki kısırlığa rağmen, Gagauzların zengin bir folklora sahip olduklarını söylemek mümkündür. Hâkim kültürlerden etkilenmiş olmalarına rağmen, orijinal kültürlerini; kollektif şuuraltının yüzyıllardır muhafaza ettiği kültür mirasını bir hazine gibi muhafaza etmişlerdir. Sadece Gagauz Halk Takviminden yola çıkarak bu topluluğun kültür kaynaklarına inmek; ne kadar zengin bir kültüre sahip olduğunu görmek mümkündür.

Gagauz Türklerini çok iyi tanımak, anlamak mecburiyetindeyiz. Gagauz Türklerinin umudu Türkiye’dir. Gagauz Türklerinin kültürleri, folklorları, binlerce yıllık Türk kültürü hakkında fikirler verecek mikro laboratuvardır adeta…

Gagauzların geleceğini, şaşkınlık içinde bulunan Gagauz aydınlardan önce Türkiye Cumhuriyeti’nin düşünmesi gerekir. Dışişleri Bakanlığımız ileri görüşlülükle Ukrayna’nın Odesa şehrinde bir Konsolosluk açmıştır. Bu bölgede 40 binden ziyade Gagauz Türkü yaşamaktadır. Odesa ve Reni bölgesi Gagauzları ile Gagauz Yeri Gaga-uzları, Sovyetler Birliği zamanında adeta bıçakla ortadan ikiye bölünmüştür. Iki Cumhuriyetin Gagauzları arasında iletişimin kurulmasında büyük menfaatler vardır.

Moldova’nın geleceği iyi hesaplanmalıdır. Moldova Cumhuriyeti Romanya ile birleşmek arzusundadır. Ancak, Romanya’nın önünde Avrupa Birliği gibi imkân durmaktadır. Romanya, aynı dili konuşup, aynı kültürü yaşadığı Avrupa’nın en yoksul ülkesi Moldova ile birleşebilir. Romanya ve Moldova birleşirlerse ki, hiç de uzak bir ihtimâl değil; Gagauz Yeri’nin kendi kaderini tayin hakkı vardır. Böyle bir durumda, Gagauzların stratejisi ne olacaktır. Romanya ve Ukrayna arasında sıkışmış, 200 bin nüfuslu, sanayisi, endüstrisi, yolları, elektriği, suyu olmayan bir Gagauz Cumhuriyeti mi? Yahut, Moldova Cumhuriyeti ile birlikte, özerkliğini feda ederek kader birliği mi? Bu kader birliği Besarabya’daki Gagauz Türk varlığını yok edecektir.

Zaten, Sovyetler döneminde baskılar ve azınlık ruhu ile devam ettirilen Türk kültürü, Komrat, Çadır Lunga gibi şehirlerde yeni kuşaklarda yok olmaya başlamıştır.

Gagauz Türklerinin, ilerde Ukrayna sınırları içerisinde yaşayan Odessa bölgesi Gagauzları ile birleşme ihtimalleri üzerinde durulmalıdır.

Moldova Cumhuriyeti, Sovyetler Birliğinden ayrılıp bağımsızlığını ilân ettikten sonra tayin edilen ilk büyükelçilerimiz Ender Arat ve Mü’min Alanat beyefendilerin Gagauzlar üzerinde yarattıkları olumlu tesirler daha sonra inkıtaya uğramış; Gagauz Türkleri’nin Türkiye’ye bağlanan umutları, hayal kırıklığına dönüşmüştür.

Gagauz Türkleri, nüfusu, dinleri dikkate alınarak önemsenmeyebilir. Ancak, Gagauz Türklerinin haritadaki yerine bakılırsa; problemin sanıldığından daha büyük olduğu anlaşılacaktır. Ülkemizin Gagauz Türkleri’ne ilgisi Moldova Cumhuriyeti ile sınırlı kalmamalı; Ukrayna Cumhuriyeti’ndeki Gagauzlar da bu çerçeveye dahil edilmelidir.

Gagauz coğrafyasında, Rum Ortodoks Kilisesi, ABD destekli Protestan Kilisesi, Bahailer, Yehova Şahitlerinin yoğun faaliyetleri yanında Türkiye Cumhuriyeti tarihin omuzlarına yüklediği vazifeyi üstlenmelidir. Herkesten önce bu kardeşlerini sahiplenmelidir.

1934 yıllarında Atatürk’ün bu coğrafya ile ilgili politikası, Gagauz Türklerine ilgisi; projelerimize, çalışmalarımıza işaret, rehber kabul edilmelidir.

Abdulkerim DİNÇ
(2002)

GAGAUZ DESTANLARI ÜZERİNE

“Ki Gagauzlar halis Türk soyundan gelmektedirler ve de eski zamanlarda Kavarna Balçık bölgesinde, Dobruca’da kendi padişahlıkları varmış ve şanlı bir hakanmış Dobrotiç (1354-1378)”

Mihail Çakır/Bessarabkalı Gagauzların İstoryası

Muhterem Sadr, Muhterem âlimler, Gagauz söyleyişiyle pahalı dostlar…

İlim âlemi için böylesine anlamlı bir günde, sizlere büyük Türk çınarının küçük bir dalı olan Gagauz Türklerinin destanlarını tanıtmaya çalışacağım.

Gagauzlar, yoğunlukla Moldova Cumhuriyeti’nin güney doğusunda, Gagauz Eri denilen özerk bölgelerinde (Gagauzların tahmini nüfusu: 150.000) ve Ukrayna’nın Odessa ve Reni bölgesinde (tahmini nüfus: 40.000) ayrıca Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Kazakistan’da yaşayan Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine mensup bir Türk topluluğudur.

Asırlarca Bizans, Osmanlı, Bulgar, Romen, Sovyet, Moldovan ve Ukrayna bayrakları altında varlıklarını ortaya koyamayan, sürülen, ezilen, horlanan, kullanılan, asimile edilmeye çalışılan bu küçük Türk topluluğu, azınlık psikolojisiyle sımsıkı sarıldıkları dilleri gibi, kültürlerini de kıskançlıkla muhafaza etmişlerdir. Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir:

1. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar ki, hâlâ canlı bir biçimde devam etmektedir.

2. Hristiyanlık,

3. Komşu kültürlerin (Bulgar, Romen, Moldovan, Rus, Ukrayn) tesirleri ve

4. İslâmi tesir…

Gagauzlar, toprağa bağlı olarak yaşamış; çiftçilik ve hayvancılıkla geçinen bir halktır. Tarım ve hayvancılığa mahkûm edilen Gagauz Türkleri’nin yaşadığı Bucak yöresine Sovyet döneminde de sistemli olarak endüstri ve sanayi girmemiştir.

Yüzyıllar boyunca azınlık psikolojisiyle kendi kabuğuna çekilen, köylerde, tarlalarda dillerini ve kültürlerini büyük bir titizlikle, kutsal bir hazine gibi muhafaza eden Gagauzlar, hürriyetleri kısıtlandığı, dillerinin fonetiğine uygun alfabeyle yazma imkânı tanınmadığı için romanlarını, tiyatrolarını, şiirlerini yaratamamışlardır. 1930’lu yıllarda Mihail Çakır’ın Gagauz Türkçesi ile kaleme aldığı dua kitapları, sözlük çalışması ve Gagauz tarihinden (Bessarabkalı Gagauzların İstoryası) sonra Gagauz dilinde edebî faaliyetler ancak 1950’lerden sonra Dimitri Karaçoban’la başlar. Dimitri Karaçoban, Dionis Tanasoğlu, Nikolay Baboğlu, Todur Zanet, Todur Marinoğlu, Stefan Kuroğlu, Mina Köse, Stefan Bulgar, Petri Yalıncı… millî romantik duyuş tarzıyla eser veren şâir ve yazarlarıdır. Gagauzlar, Düz Hava, Kadınca.. gibi halk dansları toplulukları (ansamble) ile halk ezgilerini ve danslarını, zorluklar içinde olsa da yaşatma gayretindedirler. Ressam Dimitri Savastin (Mete Savaşan), heykeltraş Tanas Karaçoban, kompozitör Dimitri Gagauz… çağdaş sanat dünyasında yer edinmeye çalışan sanatçılarıdır. Edebî faaliyetleri 1950’lerden itibaren başlayan Gagauzların zengin bir folklora sahip olduklarını söylemek mümkündür.

Gagauz Türklerinin folklorları hakkında, V. A. Moşkof, Atanas Manof, Stefan Kuroğlu’nun eserleri dışında; Dionis Tanasoğlu, Gagauz folklor mahsullerini ve çağdaş edebî yaratmaları 1959 yılında Bucaktan Sesler isimli eserinde toplamış; daha sonra Nikolay Baboğlu’nun 1969 yılında neşrettiği Gagauz Folkloru isimli antolojisinde folklor mahsulleri bir araya getirilmiştir. Konumuzla ilgili olarak Lüba Çimpoeş’in doktora tezi olan “Gagauz Destanları”nı da zikretmeliyiz. Mustafa Argun-şah ve Harun Güngör, Gagauz Türklerini tanıtıcı, birkaç farklı baskı yapan eserlerinde Gagauz Folkloruna geniş yer vermişler; Nevzat Özkan, Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanan Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12. cildinde çağdaş Gagauz edebiyatı yanında Gagauz folkloru ve edebiyatı hakkında araştırmacılara zengin malzeme sunmuştur. Sayfalarında Gagauz folkloru ve halk edebiyatına geniş yer ayıran Sabaa Yıldızı dergisi, Ana Sözü, Gagauz Sesi, Halkın Birlii gazetelerini de zikretmek gerekir.

Bugün elimizde Gagauz Türklerine ait, özellikle Ukrayna’nın Reni, Akimovka; Moldova’nın Çadır-Lunga bölgelerinden ve Kazakistan’dan derlenmiş destan parçaları bulunmaktadır. Gagauz Destanları hemen bütün folklor malzemesi ve şifahi halk edebiyatı mahsulleri gibi henüz tam derlenmemiş; tasnif edilip değerlendirilmemiştir. Elimizdeki derlemelerden Köroğlu, Tepegöz gibi destan parçalarının yanında; kaynağını tarihî olaylardan alan manzumeler de mevcuttur. Ballada türküleri olarak literatura giren manzumeleri de Gagauzların trajik geçmişinin destanlaşmış manzumeleri olarak kabul etmek gerekir.

Elimizdeki destan parçaları Gagauzların yaşadıkları çok dar bir alandan tespit edilmiştir. Bu demektir ki, Gagauzlar içinde destanlar yahut destan parçaları için yeni derleme ve araştırmalara vakit geçirilmeden ihtiyaç vardır. Dastan, epos, legenda olarak tanıtılan bu metinleri, yapıları, üslûpları ve motifleri bakımından tam bir incelemeye tabi tutmak hem Gagauz kültürünün mahiyetini izah edecek hem de Türk dünyasında Gagauzların yerini belirleyecektir.

Öncelikle, elimizdeki derlemeler için kullanılan terminoloji üzerinde durmak istiyorum. Dionis Nikolaeviç Tanasoğlu, 1990 yılında Kişinev’de yayımlanan Ana Dili (5) isimli ders kitabında Geroyluk (1) Eposu, yani Dastannar başlığı altında destan ve epos kavramlarını izah eder:

EPOS: (Grek – epos- laf, annatmak) Folklor yaratmalarından bir soy (legendalar, dastannar, masallar, türküler), angısı annader çoktan olmuş işler için, haliz geroyluk için, büülü de işler için.

GEROYLUK EPOSU (DASTANNAR) Annader halkların istoriyalarından en büük, sayımlı olmuşları, artistik kolaylıkların yardımınnan.

Türk halklarında var zengin geroyluk eposu da, angısının dastannarında gösteriler çok eski zanannardan buyanı türlü, geroyluk olmuşları (geroy lat., heros –girgin, yarıalla), kavi hem girgin (2)batırların (3) yaptıkları, onarın düşleri titsi (4) hayvannarlan, dragonnarlan (5), insanı korumak için. Var geroyluk eposları, anadan bir batırın, hanın, girginin yaşamasını hem yaptıklarını. Böle eposlar, dastannar, legendalar türlü halklarında var: “Oğuz-name” (Oğuz – han için hem Oğuzlar için dastannar) Köroğlu (girgin hem kavi bir batır için, savaşı için), Manas, Alpamıs h.b. bunar hepsinin Türk halkların zenginnikleridir, istoriyasıdır, bizim de, Gagouzların da. Gagouz folklorunda da var bütün Türk geroyluk eposundan kalmalar, (haliz “Oğuz-nâmeden), zere onun dastannarı annaderlar Oğuzlar için –bizim dedelerimiz için, onarın büük Oğuz-Hanı için. Bize de o lazımnı, üretmeli, faydalıdır.

Geroyluk eposu (Dastannar) aazdan sölenermişler instrument çalgısınnan barabar (kobuz, kauş, kemençe). Onar pek uzunmuş –üzlerlen piet. Onarı çalannara dermişler akın, pietçi h.b. ( s.66-67)

Türkçede Destan kavramını izah eden Nihad Sami Banarlı (Resimli Türk Edebiyatı, cilt:I) Legenda için: “Tarihten önce veya tarihin kuruluş asırlarında söylenen efsanelerdir” derken; Epope için: “Daha çok tarih devirlerindeki kahramanlar veya kahramanlıklar hakkında söylenen destanlardır” tarifini yapar ve Türkçede destanın, hem legende hem de epope karşılığı olduğuna dikkat çeker. Banarlı’nın destan tarifi, Diyonis Tanasoğlu’nun tarifi ile benzerlik gösterir.

Siz değerli bilim adamlarına derlemelerle tespit edilmiş destan parçalarını tanıtmaya çalışacağım.

Kazakistan Gagauzlarından derlenen Dengiboz destanı, “Su Aygırı” efsanesi, Köroğlu destanı ve Dede Korkut hikâyelerinden Bamsı Beyrek’ten izler taşır. Hatta Dengiboz destanı için, Bamsı Beyrek hikâyesinin bir varyantı diyebiliriz. Destanın kahramanı genç tarafından üç yılda yetiştirilen Dengiboz, olağanüstü özellikler gösterir. Dengiboz, suya bastığı an kuru toprak çıkarır; kazığını sökerek sahibini uyarır; onunla konuşur. Akkavak padişahının kızının, kendisiyle evlenmek isteyen 39 gencin kafasını kesmesi; kahramanımızın kırkıncı kişi olacağı; kervandan haber alma; güvercinle haber gönderme, üzerinde durulması gereken motiflerdir.

Destanın hikâyesi kısaca şöyledir: Kahramanımız, ihtiyar bir adamın sattığı üç taydan en zayıf olanını satın alır. Dengiboz adını verdiği tayı üç yıl yetiştirir. Olağanüstü özellikler gösteren Dengiboz, suya bastığı anda kuru toprak çıkarmaktadır.

Genç adam, Akkavak Padişahının kızıyla yarışa girer. Bu yarışlarda kızı yenen onunla evlenecektir. Akkavak Padişahı’nın kızı, böyle yarışlarda otuzdokuz gencin kellesini kesmiştir. Kırkıncı kelle Dengiboz’un sahibi kahramanımız olacaktır.

Yarışlarda Akkavak Padişahının kızı hileler yapar. Mesela, kuş avlamaya çıktıklarında Genç adama şarap içirip sarhoş eder ama kendisi su içer. Dengiboz, bağlandığı kazıktan kurtulur ve insan gibi konuşarak sarhoş olan sahibini uyandırdığı gibi kendisine nasıl binmesi gerektiğini de öğretir. Bir kamçı Dengiboz’a, bir kamçı kıza vuran Genç, kızdan çok kuş vurur. Akkavak Padişahının kızının kuş avında kullandığı tüfek de hilelidir. Muhafızlar, Padişahın kızının verdiği tüfeğin yerine genç adama farklı bir tüfek verirler ve delikanlı üç kuş vurur.

Genç kızın güreşmek için üzerine giydiği kıyafet de büyülüdür. Genç, eğer kızın kıyafetine bakarsa büyülenecek ve bütün kuvveti yokolacaktır. Yaşlı bir kadın, Genç kızın hilesine delikanlıya söyler. Ertesi sabah kendisini güreşmek için çağırmaya gelen kızı, kıyafetine hiç bakmadan tuttuğu gibi yıkar.

Akkavak Padişahının kızı ile evlenen Genç, ülkenin sınırlarını dolaşırken, Türkmen padişahı, Delikanlıyı kaçırır ve yedi yıl tutsak eder. Ancak, Türkmen Padişahı, tutsak Genç’i çok sevmiştir; bu yüzden serbest bırakır. Genç, zindanın önünde dururken oradan geçen bir kervandan aynen Bamsı Beyrek hikâyesinde olduğu gibi memleketinden sual eder.

“Te o geçiy kervan. O göriy kervanı da diy onara:

– Be, vatan oldu bize, bu zından taşı. Be, nerden çocuklar, hey, gelir-gelişiniz, Nerden alırsınız bu kumaşı, Alır da satarsınız?

Ben yatırım bu yastıylan, Kılıcım durıy da küfü da pasıylan Kervandan:

– Bizim gelişimiz, çocuk, hey, Özü da elinde.

Biz bu kumaşı Hind içinden alırız, Alır da satırız.

Çocuk:

– Çok selemnar götürersiniz padişah bubama, Nice gördünüz ayler (ağalar), öle de söleniz! Kervandan:

– Çocuk, hey, buban indi (di) tahtından.

(H)en küçük kızkardaşin geçirdi düne de halinden.

Koca ninen mahrum kaldı iki de gözünden.

Zindandan çıkan Genç, atı Dengiboz’u çağırır. Bu sahne de, Dede Korkut hikâyelerindeki benzer sahneleri çağrıştırır.

“Çocuk, çıkıp zındandan:

Dengibozum, Dengibozum,

Dön beri üzünü de göremem,

Kurttur kulaazı,

Çatık kaşları.

Gitti elimizden Akkavak kızı. Dön geri, dön, üzünü de göreim, İkilip ikileim (eğilip eğileyim), dizini de tozunu da sile-im, Sarılaim-sarmaşaim gözünü de öpeim.”

Türkiye Dışandaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12 (Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı), Kültür Bakanlığı, 1999-Ankara, s.239)

Memleketine gitmek isteyen Gençle, Türkmen Padişahının Kızı da gitmek ister. Delikanlıya bir güvercin verir. Sınıra vardığı zaman güvercini gönderecek ve kız da peşinden gelecektir. Genç, sınıra geldiği zaman güvercinin kafasını koparır; atı Dengiboz’u çağırır. Dengiboz ve sahibi kavuşurlar.

Tepegözler destanı, Dede Korkud hikâyelerinden Basat’ın Tepegöz’ü Öldürmesi hikâyesi ile büyük benzerlik göstermektedir.

Üç arkadaş çalışmak ve para kazanmak için çıktıkları yolda bir Tepegözle karşılaşırlar. Tepegöz, gençleri yanında çalışmak üzere ikna eder. Gençler Tepegöz’ün beşbin koyununa bakacaklardır. Tepegöz, mağarasına götürdüğü gençlerden birisine bakır kazandaki suyu kaynatmasını ve su kaynayınca kendisini uyandırmasını söyler. Genç su kaynayınca Tepegöz’ü çağırır. Tepegöz, genci kaynar suya daldırıp sonra yer. İkinci genci çağırır ve aynı şekilde onu da yer. Üçüncü genç de Tepegöz’ün çağrısı üzerine giderken kuzulardan birisi dile gelir ve Tepegöz’ün arkadaşları gibi kendisini de yiyeceğini; dikkatli olmasını tenbihler. Üçüncü Genç, kaynayan suyu Tepegöz’ün kafasına dökerek gözünü kör eder.

Gözü kör olan Tepegöz, genci yakalayabilmek için koyunları teker teker yoklayarak dışarı çıkarmaya başlar. Bunun üzerine aynı kuzu, bir koyun kesmesini, postunu üzerine geçirmesini ve bu suretle dışarı çıkmasını öğütler. Bir posta bürünerek kurtulan Genç, Tepegözün elinden aldığı sihirli yüzüğü kuyuya atar. Yüzüğün ardından kuyuya düşen Tepegöz’ün üzerine taşlar atarak Tepegöz’ü öldürür.

Tepegözler destanı, Homeros’un Odysseus destanındaki Tepegözlerle (Kiklop) ilginç bir biçimde büyük benzerlik gösterir. Odysseus’daki tepegözler de (kiklop) insan yerler. Odysseus ve adamları Kiklopların mağarasında esir kalırlar. Kiklopların kralı Polyphemus her gün bir genci yer. Odyssseus, Polyphemus’u sarhoş ettikten sonra gözünü kör eder. Odysseus ve adamları koyunların altına girerek mağaradan kurtulurlar.

Dionis Tanasoğlu, Köroğlu destanını şöyle tanıtır: “Türk halkların folklorunda var bir geroy, adı Kör-oglu. Onun girgin yaptıkları için düzülmüş gözel pietler, annatmak hem türkü.

Neçin demişler ona Köroğlu?

Bobası onun Hasan, zorda kalıp, yanaşmış bir zengin hem fena beye beygir bakma. Beyin bir kere üfkesi çıker Hasana da izin verer onun gözlerini çıkarsınnar. Adam kör kaler. Ama varmış onun bir oolu, adı Ali. Bu çocuk pek severmiş beygirleri. Bobosında varmış sade bir genç tay. O onu büüder da emin eder, ani kin çıkaracek hain beylerden kendi bobası için hem hepsi fıkareler için. O girgin düşer onnarlan, ona toplaşer çok girgin yigitler da düzerler bir kavi asker. İnsan demiş ona girgin Kör-oglu (körün oglu). Bu dastan Kör-oglu rasgeleer bizde de.” (Dionis Tanasoğlu, Ana Dili, Kişinev-1990, s.15)

Gagauzlardan derlenmiş Köroğlu destanının, “bir adam varmış” diye başlayan hikâyesi şöyledir: Adam, oğlunu çağırır yanına ve: “Bak te o hergele gelecek suya, hepsi beegirlee içee su, nereyi akee, akıntıya doru içerle bak angısı suya karşı içee, te o ürük olacek.” (Özkan, s.242) der.

Çocuk babasının tarifine uygun beygiri alıp getirir. Padişah kendisine böyle bir beygir getirdiği için sinirlenir ve adamın gözlerini kör ettirir. Kör adam, oğluna der ki, yeraltında bir ahır aç ve o atı ahıra koy. Ama o yere asla ışık girmeyecek. Kör adam, atın sırtını sıvazlar ve hemen anlar ki küçük te olsa bir ışık sızmaktadır. Oğluna orayı kapattırır. Kör adam ve oğlunun yetiştirdikleri at, Padişahın bütün atlarını geçer.

Mariya Durbaylo tarafından, 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesinde Kotlovina köyünde, 1921 doğumlu Zinaida Dimçeva’dan derlenen Aşık Gaarip destanı, balaur gibi mitolojik varlık, kanatlı yılan ve olağanüstü at motifleri ile destan özellikleri göstermektedir. Ayrıca, destan kahramanının düğünde kemençe çalması ve sevgilisi tarafından tanınması ile Dede Korkut’tan Bamsı Beyrek hikâyesini hatırlatmaktadır. Kemençe ile anlaşma, sürgün edilme, gemiyle mektup gönderme de üzerinde durulması gereken motiflerdir.

Bu hikâyede, bir padişahın çok güzel bir kızı; halktan yoksul birisinin de güzel bir oğlu varmış. Zamanla bu kız ve oğlan birbirlerini sevmişler. Bunu haber alan padişah delikanlıyı ülkesinden sürer. Delikanlı onbir yıl ülkesinden uzak kalır.

Padişah, güzel kızını, Hasan beyin oğluna vermek ister. Büyük bir kedere kapılan kız, sevdiği delikanlıya bir mektup yazıp gemiciye verir. Liman liman dolaşan gemici sonunda Âşık Garip’i bulur ve kızın kederli mektubunu verir. Âşık Garip çaresizlik içinde çırpınırken ortaya “balaur” denilen mitolojik kanatlı bir yılan ve olağanüstü özellikleri olan atı ile bir adam gelir. Bunlar çok uzun mesafeleri kısa zamanda alırlar. Ülkesine gelen kahraman, Bamsı Beyrek hikâyesinde olduğu gibi, sevdiği kızın düğünün başladığını görür. Düğünün yapıldığı yere gidip Kemençesini çalmaya başlar. Kız kemençenin sesinden sevgilisini tanır. İki âşık birbirlerine sarılırken Hasan Beyin oğlu da çekilip gider.

Kamber, Türk dünyasından ortak motifler taşıyan çok iyi bilinen halk hikâyesinin bir varyantı Lüba Çimpoeş tarafından derlenen ve edebiyat diline uydurulan Garip Kamber destanıdır. Metnin başında Gagauz folklorcusu ve bilim adamı Stefan Kuroğlu’nun, destan kavramı ve destan anlatma biçimine dair tespitleri bulunan bir yazısı vardır:

“Garip Kamber” Gagauz halkın novella dastanı, “Aşık-Garip” dastanın bir variantı. Dastannar –halkların harcanmaz zenginlikleri, angılarını sular almaz, kumnar gömmez, vakıtlar silmez. En palı folklor sedeflerini halk ürende taşıer, palı uşaanı gibi koruer, sallangaç türküsünden ayırtmeer. Dastanı “Garip Kamber” Gagauzlar getirmiş Bucaa, Balkan erinden, açan diiştirmişler erlerini.

İhtiarların annatmalarına göre, bizim dedeler “Garip Kamberi” saatlan türkü gibi çalarmış. Bu Gagauz das-tanın parçası sefte “Bucak Sesleri” kiyadında 1959 ilde tipar oldu. Aaraya – araya, bu destanın taa birkaç parçasını bulduk. İzler gösterdi bize Çeşmeküünün da, nerede ellinci yıllarda geçindi türkücünün biri, ani dastanı bütüne bilermiş. Kazahstanı da, Zaporojie tarafını da, nerede umutlanırdık “Aşık Garibi” bulma. Bu umut aslı çıktı. Bu kiatta üze çıkareriz “Aşık Garibin” proza variantını, angısını yazdık Gagauz küüyünde Aleksandrovka Zaporojie taraflarında.

“Aşık Garib” – Oğuz halkların yaratması, angısı donattı başka milletleri de. Dastan “Garip Kamber” –onun bir siirek variantı. “

Çok zengin masal ve hikâye motifleri taşıyan Şah İsmail hikâyesi, baba oğul çatışması, baba tarafından oğlunun gözlerinin kör edilmesi gibi motifleri ile ilginç bir örnektir. Dede Korkut’tan izler taşımaktadır.

“1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı ile İlgili Bir Destan” başlığı ile tespit edilen 23 mısralık bu destan parçasında Anadolu türkülerinden özellikle Yemen türküsünün tesirleri görülen destan, savaşın trajik atmosferini bütün gerçekliğiyle çizmektedir. Muhtemelen, kopuş denilen Gagauzlara ait bir çalgıyla söylenen uzun bir destanın parçasıdır.

Bir destan olarak tanıtılan ve Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın, Reni bölgesi, Katlovina köyünden, 1915 doğumlu Elena Bozacı’dan derlenen Menevşe; destan özellikleri taşımayan ve lirik bir türkü olan Ak Asan ile Saşa türkü formunda eserlerdir. Destan Manileri ezgi ile söylenen manilerdir. Bu küçük metinlerin ve manzumelerin destan parçası olma ihtimâlleri gözden uzak tutulmamalıdır.

Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır. Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesi Koldovina köyünde derlenen Bezergan Destanı, Bender Oolu ve Şu Ayın Ardında başlıklı üç parçayı, destan parçaları olarak düşünebiliriz. Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır.

Şu Ayın Ardında başlıklı manzum parçaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

 
Şu ayın ardında ardında
Bir dolu filcan
Tefterimize e, yazıldı
Oniki bin can.
Ayın da ardında bir sarı yıldız,
Tefterimize yazıldı e
Oniki bin kız.
Vay analar, vay bobalar
Nicel dayandınız?
Burca boylar genç kardaşları
Genç boydaşları bir yola yazdılar.
Sali günü vay, anacım,
Aldılar asker, başıma iidirdiler
Al çufa kalpak bize.
Elimize verdiler tüfek.
Vay analar, vay bobalar,
Nicel dayandılar?
Burca boylar, genç kardaşlar,
Kana boyattılar.
Şu şinendir içinde
Horu çaarerlar,
Aneksinin da bir oolu var.
Onu da cenge alerlar.
Ak sayırın da üstünde
Bostan mı biter ?
Bizim gibi genç çocuklar cenge mi gider?
Barabanı pek düverdiler
Giderler ileri
Al bayrak dikerlerdi,
Dönerler geri.
Vay analar, vay bobalar
Nicel dayandılar?
Çayır çimen etişik,
Erler çiçeksiz kaldı.
Garip da analarımız
Evlatsız kaldı.
Vay analar, vay bobalar,
Nicel dayandınız.
 

Gagauz destanlarını tanıtmaya çalıştık sizlere. Sözlerime, Nikolay Baboğlu’nun balada türkülerinden ilham ile kaleme aldığı “Oglanın Legendası” isimli uzun poeminin girişi ile son vermek istiyorum.

Evet değerli dinleyiciler, sözlerimi Oglanın Legendası isimli uzun manzumenin girişiyle bitiriyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum:

 
Tuna senin suyundan,
Bir köprü düzerim bän.
Bir kavi köprü uzun
Eskili bana bulsun…
Götürsün beni derä,
O eski evellerä,
Nerede saklı kaldı,
Devlerin girgin adı
Eh, silsäm legendadan,
Pas tutmuş örtülerni
Eh görsäm, orda ne var,
Ne aslı, ne diil aslı.
Hem insäm da bakayım,
O derin asirlerä
Hem bulsam da açayım,
Ne diil belli bizlerä
Dedemä da sorayım,
Şatrasında durayım.
Da olsun canımduymuş
Bu günnär ne unutmuş.
O geçmiş zamannarı
O girgin olannarı (s.191)
 

(Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu-Gagauz Literaturası. Hrestomatiya, Chişinau. 1997)

1,19 ₼