Tatar Çocuk Oyunları

Mesaj mə
Müəllif:
0
Rəylər
Fraqment oxumaq
Oxunmuşu qeyd etmək
Şrift:Daha az АаDaha çox Аа

Türk Millî Olimpiyat Komitesini kurarak ülkemize birçok olimpik oyunu getiren, olimpik oyunlarda ülkemizin temsil edilmesini sağlayan Selim Sırrı Tarcan; beden eğitmeni, spor adamı, folklor derleyicisi, siyasetçi gibi çok yönlü bir kişiliğe sahiptir. Tarcan, Beden Terbiyesi: Oyun – Cimnastik – Spor isimli eserinde oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, sağlık ve mutluluğun düzenleyicisidir. Oyun; ister düşünce yorgunluğu gidersin, ister kuvvetin harcanmasından teşekkül etsin ya da hayata hazırlıklı sayılsın; küçük, büyük herkes için tabii bir hareket ihtiyacıdır.” (Tarcan, 1932: 145). Tarcan’a göre oyunlar, beden ve beyin jimnastiği açısından doğal bir ihtiyaçtır, çünkü insan hayatındaki iki önemli dilek olan sağlık ve mutluluk, oyun oynamanın temel kazanımlarındandır. Oyunun sonucu itibarıyla kaybeden kişi ya da taraf ödülden olsa da cezalandırılsa da oyunun işlevi açısından oyunun kaybedeni yoktur.

Doktorasını Almanya’da yapan halk bilimci Nevzat Gözaydın, Dil, Çocuk ve Oyun başlıklı makalesinde oyun hakkında görüşlerde bulunmuştur: “Çocuğun dokunma, deneme, taklit ve keşif konusundaki merakı, onun canlı ve aktif bir biçimde diliyle, hareketiyle rol aldığı sahne, sadece oyun sahnesidir. Dil becerisiyle iletişim kurduğu oyun alanında arkadaşlarıyla vakit geçirir. Arkadaşı yoksa oyuncaklarıyla konuşur, kendi hayal dünyasını oluşturur. Oyun ve oyuncak dünyası çocuğun gelişmesine ve büyümesine yeni ivmeler kazandırır. Çocuğun duygu ve düşünceleri herhangi bir kısıtlamaya uğramaksızın kendi iç ve dış dünyasındaki gelişmesine katkı sağlarken, bunların ifadesi sırasında kullandığı dil ve hareket özellikleri de farklılıklar gösterir.” (Gözaydın 2007: 293).

Çocuk psikolojisi, özel eğitim ve rehberlik gibi alanlarda yaptığı akademik çalışmalarla tanınan Necate Baykoç Dönmez, Oyun Kitabı adlı eserinde oyunun, yaşamın tüm evreleriyle ilgili bir kavram olduğunu ve bu özelliğinden dolayı oyun çeşitlerinin yaş gruplarına göre çeşitlilik gösterdiğini vurgulayıp oyunun çok kesin ve belirli bir tanımının olamayacağını ancak birçok kuramcının oyunu, çocuğun yaşamının doğal bir parçası olarak düşünüp farklı tanımlamalarda bulunduğunu belirtmiştir. Dönmez’in kendisi oyunun işlevleri üzerinden genel bir tanımlama yapmıştır: “Oyun belli bir amaca yönelik olan veya olmayan, kurallı ve ya kuralsız gerçekleştirilen, her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak içinde yer aldığı fiziksel, bilişsel, duygusal, dil ve sosyal gelişimin temeli olan gerçek hayatın bir parçası ve çocuk için en etkin öğrenme süreci olarak ifade edilebilmektedir.” (Dönmez Baykoç, 1992: 13).

Türkiye’de çocuk oyunları konusunda halk bilimi odaklı en ayrıntılı ve kapsamlı çalışmayı bir doktora tezi olarak hazırlayan ve sonrasında kitaplaştıran Nebi Özdemir, Türk Çocuk Oyunları isimli iki ciltlik eserinin giriş bölümüne oyun kavramının tanımını yaparak başlamıştır: “Tarihin ilk dönemlerinden bu güne kadar bütün insanlar benzer şekillerde oyun oynamışlar ve oynamaktadırlar. Oyun oynamak, toplumun (çocuk-genç-yaşlı, kadın-erkek, idareci-tüccar, öğrenci-işsiz, zengin-fakir, köylü-kentli vb.) bütün kesimleri veya üyeleri tarafından zevk almak amacıyla gerçekleştirilen gönüllü bir etkinliktir.” (Özdemir, 2006: 21). Özdemir, hemen ardından Türk dünyasında “oyun” kavramının eskiden olduğu gibi bugün de “oyun” ile ifade edildiğini vurgulayarak geniş bir coğrafyada konuşulan Türk dilinin semantik, morfolojik, fonetik açılardan çok az değişikliğe (lehçe ve ağız özellikleri nedeniyle) uğramış ortak sözcüklerinden biri olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Özdemir, “oyun” sözcüğünün tarihî yazıt ve metinlerdeki, çağdaş Türk lehçelerindeki, çeşitli eser ve sözlüklerdeki biçim ve anlamlarına da ayrıntılı olarak değindikten sonra Türkçe sözlüklerde oyun kökünden türetilmiş isim ve fiil soylu pek çok kelime veya kelime grubunun bulunduğunun altını çizmiş ve bu sözcük dağarcığına oyunla ilgili kelime ve deyimleri, çocuk oyunları ve oyunlarla ilgili kelimeleri de ekleyip kapsamlı bir şekilde örnekleyerek vermiştir. Özdemir, Türk kültüründe ve yaşamında oyunun ne denli önemli bir yerinin olduğunu oyun kavramının anlamları üzerinden değerlendirip bunların daha çok yetişkin yaşamıyla ilgili olduğunun altını çizerek Türklerin bireysel ve toplumsal tepkilerini dile getirmek için oyun kökeninden türetilen kelimeleri olumlu anlamda insan sevgisini, mutluluğunu ve sevincini ifade etmek isterken; olumsuz anlamda hile, düzenbazlık, ahlaksızlık ve hakaret gibi davranışları ifade etmek isterken kullandığını açıklamıştır. Özdemir, bazı yabancı dillerde oyun, çocuk oyunu ve oyuncak anlamında kullanılan kelimeleri de verdikten sonra Türkiye’de oyun kavramının çocuk eğitimi ve gelişimi, çocuk ruh sağlığı ve psikoloji bilim dalları açısından tanımının yapıldığını ancak bunların oyunun yapısal ögeleri ve bu ögelerin meydana getirdikleri bütün içindeki işlevlerine yer vermeyen mükerrer tanımlardan ibaret olduğunu bunlardan öne çıkanları alıntılayarak göstermiştir. Ardından Türk halk bilimi alanında çalışan bazı araştırıcıların tanımlarını vermiş ama bunların da pedagog ve psikologların tanımlarından çok farklı olmadığını vurgulamıştır. Özdemir; pedagog, psikolog ve halk bilimcilerin oyun ile ilgili tanım ver görüşlerinin yanında filozof, yazar, şair gibi bu konu üzerinde fikir beyan eden önemli şahsiyetlerin görüşlerini de vermeyi ihmal etmemiştir. Özdemir, oyunların temel özellikleri ile ilgili olarak ayrı ayrı Huizinga, Öngen ve Caillous’un görüşlerini maddeler hâlinde verdikten sonra oyun ile ilgili geliştirilen kuramları ele almıştır. Bu kuramları, Tezcan’ın (1993) Boş Zamanlar Sosyolojisi isimli eserinde özetlediğini belirterek bunlar hakkında bilgiler vermiştir. Özdemir bu kuramları “biyolojik ve fizyolojik kuramlar”, “psikolojik kuramlar”, “sosyolojik kuramlar” üst başlıkları altında öne çıkan temsilcilerinin adlarını vererek kısa ve öz değerlendirmelerde bulunmuştur. Özdemir, dünyadaki ve Türkiye’deki çocuk oyunu araştırmalarını kapsamlı bir şekilde vermiştir. Dünyadaki çalışmaları öne çıkanlarıyla kıta adları başlıklarının altında verirken Türkiye’deki çalışmaları bilinen en eski yazılı tarihî kaynaklardan (yazıt, destan metni, dinî metin, sözlük, siyasetname, seyahatname vb.) alıp eserini kitaplaştırdığı tarihe kadar getirerek oldukça teferruatlı bir şekilde vermiştir. Özdemir, yirminci yüzyılda Türkiye’de çocuk oyunları üzerine yapılan kılavuz kitap, derleme, inceleme gibi halk bilimi odaklı çalışmaların neredeyse tamamını eserini bitirdiği tarih itibarıyla kronolojik düzende vererek bir bakıma bu alanda araştırma yapacakların kaynakçasını hazırlamış; onların işini kolaylaştırmıştır.1

Folklorun oyunlar için bir düzenleyicilik vazifesi üstlendiğini ve oyunların içeriklerini uygun hâle getirerek en iyi şekilde icra edilmesine yardım ettiğini ifade eden Tatar halk bilimci Nekıy İsenbet, oyunların şu özelliklerine dikkat çekmiştir: “Çocukların beden ve akıl yönünden gelişimlerinde onları kollektif disiplinde bir araya getirmeye (örgütlemeye) ve onların estetik duygularını eğitmede bu oyunların ne kadar önemli bir yere sahip olduğu herkes tarafından bilinen bir konudur. Ortaklaşa oynanan türkülü oyunların bazıları eski düğün, bayram gibi gelenek ve göreneklerden kalmış olup bunların çocuklar arasında oynanan oyunlara geçiş yaptığı anlaşılmaktadır (Kaburgalı kamçılı, aksöğüt vb.). Oyunların çoğu beceri ve kurnazlığı geliştirmek için oynanır (Ebeleme, turp yolma, kör teke vb.). Bazıları refleks kazanma ve otonom bir harekette daha iyi olma için idman yapmak üzere oynanır (Uçtu uçtu). Bazıları da bir halk masalının tiyatrolaştırılmasıyla daha da değer kazanarak bir oyun özelliği kazanırlar (Aksak keçi, kabak vb.).” (İsenbet, 1941: 72-73).

“Millî Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Müdürlüğü” tarafından Anadolu Çocuk Oyunları adıyla hazırlanan eserde geleneksel çocuk oyunlarının önemli bir kısmının özellikle şehirde yaşayan çocuklar tarafından oynanmadığına, bundan dolayı kuşaklar arası aktarımın gerçekleşmediğine değinilerek halk bilimi açısından bu oyunların şu özelliklerine dikkat çekilmiştir: “Geleneksel çocuk oyunları, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan, deneyimleme yoluyla öğrenilen, çocuk ya da yetişkin her yaştan katılımcının oynayabildiği hatta farklı kuşakların bir arada oynamasına elverişli olarak kültür aktarımını sağlayan, kuralları, mekânı ve malzemeleri bağlamına göre farklılık gösterebilen oyunlardır. Eğlenceyi ve kimi zaman yarışı ya da temsili de içeren bu oyunlar, toplumların kültürel miraslarının önemli bir parçası olarak görülmüşlerdir.” (MEB, 2020: 13).

Pili Bitmeyen Oyunlar adlı eserinde Birdal Öztürk, geleneksel çocuk oyunlarının çocuklara ahlaki değerler, duygular, tutumlar, tavırlar, düşünceler, davranışlar kazandırdığını izah ederek konuyu şu şekilde açmıştır: “Geleneksel çocuk oyunları çocuklara; paylaşmayı, yardımlaşmayı, duygudaşlığı, merak duyularını, yeteneklerini keşfetmeyi, problem çözebilmeyi, özsaygıyı, özgürlüğü, medeni cesareti, bağımsız hareket edebilmeyi, sorumluluk bilincini, arkadaşlığı, yaratıcılığı, samimiyeti, dürüstlüğü, sınırını bilmeyi, sevmeyi, saymayı, kurallara uymayı, doğruyu, yanlışı, hak yememeyi, hakkını savunmayı, sırasını beklemeyi, izin istemeyi, affetmeyi, özür dilemeyi, çevreye zarar vermemeyi, kültürü yaşatmayı, haz duymayı, hesap yapmayı, kardeşliği, farkındalığı, duyarlı olmayı, iletişimi, oyuna sadakati, yarışma ruhunu, grubun çıkarını kendi çıkarının üzerinde tutmayı, özveriyi, birlik olmayı, görgü ve ahlak kurallarını, değerleri, taktik ve stratejiyi, taklit etme becerisini, akıl yürütmeyi, muhakeme becerilerini, drama yapmayı, emek vermeyi, sosyalleşmeyi, inancı vb. destekleyip güçlendirmektedir, ilerde çocukların, kanunlara saygılı olan iyi birer yurttaş, ülkesini seven insanlar, inançlara, farklılıklara ve değerlere saygı gösteren, mizah anlayışı iyi bireyler yetişmesi için müthiş kazanımlar sağlamaktadır.” (Öztürk, 2020: 19).

 

Geçmişten Günümüze Türkiye’de Geleneksel Çocuk Oyunları isimli eserinde Handan Asûde Başel, bir çocuğun hayatındaki en önemli olgunun oyun olduğuna vurgu yaparak oyun hakkında şu görüşlerde bulunmuştur: “Oyun, kendiliğinden ortaya çıkan, hedefi olmayan ve mutluluk getiren serbest bir etkinliktir. Oyun, çocuğun iç dünyasını dıştaki sosyal dünya ile birleştirmesine yardım eder. Gander ve Gardiner’e göre, oyun sırasında çocuklar; duyu, hareket ve biliş becerilerinin birçoğunu vurgulamakta ve denetlemekte, ayrıca kavramları, toplumsal farkındalık ve toplumsal davranışları geliştirmektedir. Kısaca oyun, çocukları eğlendirirken aynı zamanda onların sosyal, psikolojik ve fiziksel gelişimine etki etmekte ve grup içinde karşılıklı anlayış, hoşgörü ve birbirine saygı göstererek yaşama duygularının temellerinin atılmasını sağlamaktadır.” (Başal, 2017: 1).

İlköğretim ve Ortaöğretimde Geleneksel Çocuk Oyunları adlı eserlerinde Ali Serdar Yücel ve Cemal Gündoğdu “Oyun bir toplumun kültürel özelliklerini yansıtma özelliği açısından önem taşır. Oyun vasıtasıyla toplumun gelenek ve görenekleri, yaşam tarzları, müziği, inançları vb. gibi toplumsal özellikleri gelecek nesillere aktarılır. Bu konuda çocukların oyundaki koruyuculuğu ve tutuculuğu rol oynar.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 1) görüşleriyle oyunun kültür aktarımı özelliğine dikkat çekmişlerdir. Yine aynı çalışmalarında birtakım oyun tanımlarını verdikten sonra şöyle bir tanım yapmışlardır: “İnsanın doğası gereği içgüdüsel bir etkinlik, zihinsel ve fiziksel yeteneklerin geliştirildiği, ruhsal doyum ve sosyal uyumun sağlandığı, çocukların vazgeçilmez uğraşı ve eğlencesidir.” (Yücel ve Gündoğdu, 2021: 4).

Demet Öngen, Okul Öncesi Çağdaki Çocukların Oyun Konusundaki Toplumsal-Bilişsel Davranış Örüntüleri ile Oyun Materyalleri Arasındaki İlişki isimli yüksek lisans çalışmasında pedagojik bakış açısıyla oyun kavramını şu şekilde tanımlamıştır: “Oyun genel anlamıyla, sonucu düşünülmeden herhangi bir amaca ulaşmaktan çok zevk almak amacıyla girişilen, görünürde pratik bir sonucu olmayan etkinlik olarak tanımlanmaktadır. Daha dar anlamıyla, önceden belirlenen kurallara göre yürütülen ve yarışmacıların gücüne, becerisine veya şansına bağlı olarak bir sonuca ulaşan etkinlik anlamına gelmektedir. Oyun, bireysel, kendiliğinden ve imgelem gücüne dayanan etkinliklerden grup içinde ve kurallarla düzenlenen yarışma tipindeki etkinliklere doğru bir gelişme göstermektedir.” (Öngen, 1991: 2).

Sinan Koçyiğit, Mehmet Nur Tuğluk ve Mehmet Kök (2007: 327) birlikte yaptıkları Çocuğun Gelişim Sürecinde Eğitsel Bir Etkinlik Olarak Oyun başlıklı çalışmada oyun üzerine yapılmış birçok tanımın olduğu vurgulamışlar ve bunlardan yararlanarak genel bir tanım yapmışlardır: “Oyun, belli bir amaca yönelik ya da amaçsız olarak, kurallı ya da kuralsız, çocuğun tüm gelişim alanlarına etki eden, çocuğun isteyerek ve hoşlanarak katıldığı, araçlı ya da araçsız olarak gerçekleştirilen doğal öğrenme aracıdır.”

Yukarıda oyunlar üzerine yaptıkları çalışmalarla öne çıkan bazı bilim insanlarının tanım ve görüşlerine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere oyun kavramı farklı disiplinlerde konu üzerinde çalışmaları bulunan birçok bilim insanı tarafından çeşitli yönleriyle ele alınarak tanımlanmıştır.

“Her insan oyun oynamıştır/oynar, onu tecrübe etmiştir.” gerçeğinden hareketle oyunun ne olduğunu tanımlamaya çalışmak çok kolay gibi görünse de bir olgu olarak oyunun genel bir tanımını yapmak oldukça karmaşıktır. Konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşıldığında oyunun başka bir yönünün keşfedilmesi muhtemel olduğundan oyuna dair yeni tanımların yapılması, bu tanımlarda daha öncekilerinin bir eksikliğinin giderilmesi olağandır. Bundan yola çıkarak bu çalışmada oyunun genel bir tanımı şöyle yapılmıştır: “Oyun; zekâ, çeviklik, beceri, taklit gibi özelliklerden bazen hepsinin aynı anda bazen de bunlardan biri ya da birkaçının birlikte öne çıktığı; kişinin bedensel ve zihinsel bakımdan estetik ve yararlı olana ulaşmada keyif ve heyecanı özgürce yaşayıp mutlu olduğu, insanlığın varoluşundan itibaren hayatının her anında gelişimine katkı sağlayan eğlenceli ve eğitici icadi etkinlik uygulamalarının genel adıdır.”

Tanımda da belirtildiği üzere oyun oynamanın yaşı yoktur, öyle de derler, ancak oyun deyince akla nedense ilk çocuk gelir. Büyüklere nazaran oyun çocuklara has bir uğraşı olarak algılanır. Hâlbuki oyun, beşikteki bebekten ömrünün sonbaharını yaşayana kadar herkes içindir. Seksen yaşındaki bir dede sekiz yaşındaki torunuyla, kırk yaşındaki bir baba yeni emeklemeye başlayan çocuğuyla oyun arkadaşı olabilir. Yani oyun oynamak insanın, hatta her canlının yaratılışında olan bilinçli veya bilinçsiz bir davranış güdüsüdür. Her insan; uygun zamanı, ortamı ve şartları bulduğunda oyun oynamaya yatkındır. Bu açıdan bakıldığında oyun oynamak yetişkinlerden daha çok çocukların işidir. Çünkü oyun oynamaya daha çok zamanı olan çocuklardır.

Günümüzde oyunlar, geleneksel ve modern oyunlar olmak üzere basitçe ikiye ayrılabilir. Modern oyunlardan kastedilen artık günümüzde bilgi çağıyla birlikte bir sektör hâline gelen oyunlardır. Bunlara teknolojik aygıtlarda (bilgisayar, akıllı telefon, tablet vb.) oynanan, çeşitli parçaların birleştirilmesi ya da bozulması (lego, puzzle, jenga vb.) şeklinde oynanan, bir oyun şirketinin oluşturduğu bir hikâye (tabu, monopoly, scrabble vb.) esasında oynanan, eğlence parklarında (atlıkarınca, gondol, kamikaze, zincirli sandalye, salıncak, dönme dolap, çarpışan araba vb.) oynanan oyunlar örnek verilebilir. Ancak bu kitabın konusu Tatar çocuklarının oynadığı geleneksel oyunlar olduğundan modern oyunlardan burada geleneksel oyunların ne olduğuna dikkat çekmek için bahsedilmiştir.

Geleneksel çocuk oyunları anne babalarımızın, nine dedelerimizin; hatta atalarımızın atalarının yüzlerce yıldır çocukluk çağlarında oynayıp bir sonraki kuşağa bir kültür mirası olarak aktardıkları, zamanın değişen şartlarına uyum sağlayarak ister açık ister kapalı alanda olsun; evde, okulda, etkinlik salonunda ya da sahasında, avluda, kapı önlerinde, bahçede, parkta, meydancıkta, düzlükte, çayır-çimende, sokakta, mahallede; yani oyun oynamaya elverişli her yerde araçlı ya da araçsız, bireysel ya da gruplar hâlinde, bazıları türkülü tekerlemeli oynana gelen; asıl işlevi eğlenme olan ama bunu yaparken öğrenme işlevini devreye sokarak çocuğun hem fiziksel hem de zihinsel gelişimine ve sağlığına çok önemli yararları olan ve çocuk var oldukça onların neşesine neşe katacak olan sosyal hayatın değişmez ögesidir.

2. Çağdaş Türk Lehçelerinde Oyun ve Oyna- Sözcükleri

Eski Türkçedeki oyun ve oyna- sözcükleri çağdaş Türk lehçelerinin neredeyse tamamında korunarak aynı anlamlarda kullanılmaktadır. Bununla birlikte bazı lehçelerdeki oyın, oyin, uyın; oyna-, oyni- uyna- gibi farklı fonetik varyantlar o lehçelerin genel fonolojik karakterinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum oyun ve oyna- sözcüklerinin çağdaş Türk yazı dillerindeki kullanımları verilerek aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.

Tabloda, çağdaş Türk yazı dilleri Güney-Batı (Oğuz), Kuzey-Batı (Kıpçak), Güney-Doğu (Karluk), Kuzey-Doğu (Sibirya) ve Çuvaş olmak üzere 5 ana gruba ayrılmıştır. Tablonun başında, oyun ve oyna- sözcüklerinin Türkçenin ilk sözlüğü olarak kabul edilen DLT’teki karşılıkları verilmiştir. Üç sütundan oluşan tablonun ilk sütununda ilgili yazı dillerinin adları, ikinci sütununda oyun teriminin söz konusu yazı dillerindeki karşılıkları ve bu yazı dillerinde kullanılan alfabe ile yazılışları verilmiştir. Tablonun üçüncü sütununda ise bu terimin kaynak olarak alındığı eserlerin metin içi atıfları verilmiş, bir komisyon tarafından hazırlanan eserlerin de adı kısaltma yapılarak gösterilmiştir.



Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Türkçenin ses özellikleri dikkate alındığında oyun ve oyna- sözcükleri Çuvaş Türkçesi dışında tüm Türk lehçelerinde ortaktır. Çağdaş Türk lehçelerinden Tatar ve Başkurt Türkçelerine özgü geniş yuvarlak ünlülerdeki daralma ve bulanmadan kaynaklı düzenli ses olayı neticesinde arka damak “o ve ö” ünlüleri daha kapalı ve dar telaffuz edilir. Tatar Türkçesinde ikinci hecelerdeki yuvarlak ünlüler dar ve düz olarak yazıldıkları (Öner, 2007: 692-694) için oyun ve oyna- sözcükleri Tatar Türkçesinde uyın ve uyna- olmuştur.

3. Oyun ve Oyna- Sözcüklerinin Etimolojisi

Metin And, Oyun ve Bügü isimli eserinde “oyun” sözcüğünün Türkçe’nin en eski sözcüklerinden biri olduğunu eski Uygurca metinlerden örnekler vererek tarihi kaynakların da bunu gösterdiğini ifade etmiştir. Ardından And, bu sözcüğün hem antropolojik hem de dilbilimsel kökenini açıklamaya çalışmıştır. Antropolojik bakımdan sözcüğü açıklamak için şaman adlandırmaları ve şaman törenleri içeriğini göz önüne alarak fikir yürütmüş, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “Orta Asya şamanının türlü adları arasında, örneğin Yakutların kullandığı ad Türkçe bir sözcük olan “oyun”du. Kadın şamana ise Moğolca’dan gelen udahan, orta şamana orta-oyun yüce şamana ulahan-oyun deniliyordu. Daha da önemlisi oyun sözcüğü yalnız şaman için değil, fakat örneğin Türkistan’da şaman töreninin tümüne de deniyordu. Oyun sözcüğünün çeşitli anlamları düşünüldüğünde, bunların hemen pek çoğunun şamanın büyüsel törenindeki çeşitli ögelerde içerildiği görülür. Şaman bu törende dans ediyor, ses ve çalgı ile müziğini yapıyor, yüz kaslarını kullanarak, karnından sesler çıkararak taklit ve dramatik ögelere başvuruyor ve şiir okuyordu. Böylece oyun sözcüğüyle tiyatro, dans ve türlü seyirlik oyunların kökeni şamanda ve onun eyleminde toplanmış oluyordu.” (And, 2012: 37). Dilbilimsel bakımdan fiilin kökünün oy- olduğunu belirten And, ancak öteki sözcüklerle birleştirmek için bir dilbilimcinin uzun araştırmalarının gerekliliğini vurguladıktan sonra bir denemede bulunmuştur: “-n fiilden isim yapma eki, eski çağlarda çok yaygın bir ek olduğundan, ekin başındaki yardımcı ünlü olan (u) sesi de (daha çok eski çağlarda ekin bir parçası sayılmış ve o- fiil köküne geldiği zaman bu o- kökü ile -un eki arasına bir (y) sesi konmuş olabilir ve zamanla bu yardımcı (y) sesi o- köküne katılmış ve oy- ortaya çıkmış; bu kökten de yeni sözcükler türetilmiştir. Pek sağlam olmamakla birlikte bu görüş benimsenirse, örneğin o- fiilini ot[=ot, ilâç] ile birleştirebiliriz. Bir başka deyişle şamanların hastalık yaratan kötü ruhlarla savaşlarında kullandıkları ilâç ile birleşebilir. Böylece o- kökü yardımcı ses (y) ile birleşmeden önceki bir çağda fiil henüz o- iken -t türevi yaratılmış [-t fiilden isim yapma Türkçenin en eski eklerinden biridir], öte yandan bu türevden çıkan ota- (= ilâç vermek, sağlamak), ve otacı (ota-tacı) [= doktor, hekim] türevlerini biliyoruz.” (And, 2012: 37-38).

Etimoloji üzerine önemli çalışmaları bulunan dil bilimcilerin oyun kelimesinin etimolojisine dair görüşleri çerçevesinde konuya bakıldığında oyna– sözcüğünün oyun sözcüğünden türemiş olduğu üzerine görüş birliği olan bir konudur; zira {+A-} isim tabanlarından fiil türeten bir ektir (bk. Erdal 1991: 418-429; Korkmaz 2014: 111-112) ve ikinci hecesinde dar ünlü barındıran isim tabanları bu eki aldıklarında orta hecesindeki söz konusu ünlüyü düşürürler (ör. bediz ‘süs’, *bedize- > bedze- > beze-; beŋiz ‘yüz, beniz’, *beŋize- > beŋze- > benze-; kulun ‘at yavrusu’, *kuluna-> kulna- ‘doğurmak (at için)’). Oyna- sözcüğünün yapısı ve fonetik süreci de bu şekildedir: oyun+a- > *oyuna- > oyna- (Erdal 1991: 422). Ancak oyun sözcüğünün etimolojisi için aynı şekilde kesin bir yargıya varmak güçtür. Türkologların da bu sözcük üzerindeki düşünceleri birbirinden ayrılmaktadır. Clauson (1972: 274), bu sözcüğün bilinen oy- ‘oymak, oyuk yapmak’ fiilinden türemiş olma ihtimalinin tamamen göz ardı edilemeyeceğini ifade eder. Sevortyan (1974: 435), bu sözcüğün farklı anlama sahip bir *oy- fiilinden türediğini Gabain’den aldığı şüpheli oy- ‘(zar) atmak, (zarla) oynamak’ örneğine dayandırır ve Sahaca oy- ‘sıçramak, zıplamak’ fiilinin de bu fiille ilişkili olabileceğini belirtir. Eren (1999: 311) de Ramstedt ve Pop-pe’den aldığı verilere istinaden bu sözcüğü oy- ‘oynamak’ tabanı ve {-(u)n} ekiyle analiz eder. Gülensoy (2007: 644), sözcüğü farazi ve uzun ünlülü *ōy- ‘oynamak’ fiiline dayandırır. Tietze (2018: 190) ise sadece Clauson’un varsayımıyla yetinir. Tatar Türkçesinin etimolojik sözlüğünde Ehmetyanov (2015: 340), sözcüğün kökü olarak Eski Uygurcada tanıklanan oy- fiili ve Sahaca oy- ‘oynamak, sıçramak’ fiili ve aldığı eki de {-gun} eki olarak belirlemiştir. Tüm bu bilgilerden yola çıkarak oyun sözcüğü yalın hâlde Eski Türkçede tanıklanmayan bir *oy- ‘oynamak; dans etmek’ sözcüğünden türemiş olmalıdır. Bu fiilin destekleyicisi çağdaş Saha Türkçesindeki oy- ‘sıçramak, hoplamak’ fiilidir. Sözcükteki yapım eki ise çoğunluğun üzerinde ittifak ettiği {-Un} fiilden isim yapım ekidir.

 
1Burada kısaca özeti verilen bilgiler için Nebi Özdemir’in Türk Çocuk Oyunları isimli kitabının Giriş bölümünün 21-85. sayfaları arasında yer alan “Oyun ve Çocuk Kavramı”, “Dünyadaki Çocuk Oyunu Araştırmaları” ve “Türkiye’deki Çocuk Oyunu Araştırmaları” adlı bölümlere bk.

Müəllifin digər kitabları