Sadece Litres-də oxuyun

Kitab fayl olaraq yüklənə bilməz, yalnız mobil tətbiq və ya onlayn olaraq veb saytımızda oxuna bilər.

Kitabı oxu: «Gönlün Göklerinde»

Şrift:

Takdim
Abzal SAPARBEKULI
Kazakistan Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi

Kazakistan Cumhuriyeti, çeyrek asır önce Bağımsızlığını ilan ettiği günden bu yana milli kültürel değerleri ile mirasının yeniden canlanması hususunda önemli adımlar atmıştır. Böylece tarihi ve edebi eserlerinin çoğalmasıyla yeni manevi ve kültürel zenginliğine kavuşmuştur.

Günümüzde Kazakistan, devlet ekonomisinin gelişimi ile siyasi istikrarı yanı sıra Üçüncü Modernizasyon Gelişim sürecine girerek Kamu Bilincinin Modernizasyonu veya Manevi Uyanış Programını yürütmektedir. Bu bağlamda, kültürel, sanatsal ve edebi değerlerinin yenileşmesine imkan tanıyarak milli ve manevi zenginliği dünyaya tanıtma hususunda birçok çalışmalara imza atmaktadır.

Söz konusu program çeçevesinde Büyükelçilik olarak Kazakistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı sağlayan kültürel ve beşeri alanda çalışmalarımızı yürütmekteyiz. Özellikle, edebiyat alanındaki etkinliklere destek veren Avrasya Yazarlar Birliği ile beraber Kazak edebiyatının önemli eserlerini Türk diline kazandırmaktayız.

Bu anlamda Kazakistan’ın ünlü yazarı, hiciv ustası Gab-bas Kabışulı’nın iki ülke arasındaki edebi ilişkilerine sağlamış olduğu katkılarını, hususiyle Türk yazarlarının eserlerini Kazak diline çevirip Türk edebiyatının tanıtılmasında büyük emek vermesini hesaba katarak, yazarın hazırlamış olduğu Gönlün Göklerinde adlı deneme ve anı eserinin Türkçeye tercüme edilmesine önem vermekteyiz.

Gönlün Göklerinde, Kazak aydınları hakkında yazılan portre yazılar mecmuasıdır. Elliyi aşkın Kazak yazarları, şairleri, gazeteceleri hakkında yazılarıyla kaleme alan değerli yazarımız kendi gönül penceresinden değerlendirerek hatıralarını tarihselleştirmiştir. Böylece aydınlarımızı, belki de kısmen yeni nesil tarafından unutulmaya yüz tutmuş Kazak mümtaz şahsiyetlerimize heykel dikerek yeniden canlılık kazandırmıştır.

Aydınlarımızı tanıtan değerli yazar Gabbas Kabışulı, kültürel birikimimiz ile zenginliğimizi göstermektedir. Türk dünyasının ayrılmaz parçası olan Kazak milletinden ne kadar okur yazarların olduğunu, tarihe bir manada yöne veren şahsiyetlerin olduğunu hatıralar ve anılar çerçevesinde usta diliyle değerli okurlarımıza arz etmektedir. Ayrıca yeni nesillere bu edebi geleneği aktarmaktadır. Bu bakımdan değerli yazarımıza şükran duygularımız arz ederim.

Kazak edebiyatının Türkiye’de tanıtılmasında büyük emek veren Bengü Yayınlarına, eserin çıkmasına destek veren Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu’ya, kitabı çeviren Elmira Kaljanova’ya canı gönülden teşekkür eder, eserin okurların başucu kitabı olmasını temenni ederim.

Takdim
Dr. Yakup ÖMEROĞLU
Avrasya Yazarlar Birliği Genel Başkanı

Gönlün Göklerinde, değerli Kazak yazarı, hiciv ustası Gabbas Kabışulı’nın Kazak aydınlarına armağan ettiği edebiyattaki yeni tür yazılar mecmuasıdır. İnsanın gönül dünyasını kalemin mürekebbiyle resmeden bir usta yazar olarak çizdiği birer portredir esasında. Kazak aydınlarının resim sergisidir bu kitap.

Gönlün Göklerinde, bir yazarın hayatında yer alan, toplumun gelişmesine, manevi uyanışına ve tarihsel oluşumuna yön veren mümtaz şahsiyetleri anmadır. Genel olarak doğum veya ölüm yıldönümlerinde andığımız bu düşünce ve duygu insanlara karşı bir saygının, bir özlemin ifadesidir.

Gönlün Göklerinde, sadece kardeş Kazak milleti için değil, Türk dünyası için de önem arz eden ve adeta birer sembole dönüşen seçkin insanlar seçkisidir. Aslında kitapta yer alan her bir şahsiyet bilimsel araştırma tezlerin de konusudur.

Gönlün Göklerinde, yazarın deneme ve anı kitabıdır. Yazar uzun zaman Kazakistan Yazarlar Birliğinde görev yapmış ve kitabında konu olan aydınlarla dostluk ve kardeşlik ilişkilerde bulunmuş. Bir anı yazacak kadar yakın olmuş. Bir hatıra kaleme alacak kadar çeşitli olayları birlikte yaşamış. Ve tabi ki, yazarın usta hicivci olması konuya farklı açıdan bakmaya, gerekirse alaysı tarzla yazmaya yardımcı olmuştur.

Gönlün Göklerinde, gerçekçi bir eserdir. Devletin ve toplumun tarihi gelişimine bağlı olarak olaylar yaşanır. Fakat o olayların değerlendirilmesi bazen anında yapılır, bazen ise sonraki zamana bırakılır. Kitapta adı geçen şahsiyetler darı bekaya irtihal etmişlerdir. Dolayısıyla onların hayatı ve yaşantısı belki zamanında açık ifade edilemeyen ve değerlendirilmeye müsaade edilmeyen şeylere şahit olmuştur. Hemen hemen hepsi Sovyet Birliği döneminde yaşamışlar ve doğal olarak Bağımsızlık mücadelesi sürecinde birçok şeyler açık ifade edilmemiştir. Bu açıdan kitabın tarihsel değeri vardır.

Gönlün Göklerinde, aslında gönlün derinliğinde bulunan, düşüncenin ufkunda temessül eden hatıralar yumağıdır ve zamanın çıldırtıcılığı karşısında sabreden kalbin sesi ile soluğudur.

Kitabı Türkiye Türkçesine çeviren Elmira Kaljanova’ya ve baskıya hazırlayanlara teşekkür eder, kitap severlerin başucu eseri olmasını temenni ederim.

GÖNLÜN GÖKLERİNDE Anı ve Düşünce Kitabı

Kazaklar,Yiğidin üç yakını: kendi akrabası, anne tarafından akrabaları ve eşinin akrabalarıdır der. Ben, atamızın affına sığınarak buna “mesai arkadaşları ile dost ve eşlerini” de eklemek isterim. Muhtemelen atalarımız “Üç yakın”dan bahsederken sekiz saatlik mesai saatleri ve yüzlerce, kişinin bir arada çalışacağı işyerlerini tahmin etmemiştir. Tabi çocuk yuvası, okul, enstitü, üniversite, akademi gibi ortamları da… Biz sonraki kuşaklar, bunları yaşadık ve hayatımızı belirli kurumlarda geçirdik. Kurumlar bizim ikinci ailemiz oldu. Farklı bölgelerden gelip o ailenin bireylerine dönüştük. Üzüntülerimizi, sevinçlerimizi paylaştık. Elinizdeki kitapta sözü edilen büyük ve küçük kişiler baki dünyaya göç etmiştir. Onların arasındaki bazı akranlarım ve kardeşlerimle Doğu Kazakistan Bölgesi’nin “Kommunizm Tuvı (Komünizm Bayrağı, günümüzde “Didar”) gazetesine, ulusal Kazak Edebiyatı Gazetesi’nde, Ara-Şmel (Arı) Dergisi’nde, Yazarlar Birliği’nin Edebiyat Fonu Bölümü’nde, Edebî Çeviri Kurulu’nda, Edebî İlişkiler Kurulu’nda, Birlik Başkanlığında birlikte çalıştım. Ağabeylerimle de Yazarlar Birliği’ndeki çeşitli faaliyetler sırasında tanıştım. Bazılarıyla uzak ve yakın iş gezilerinde birlikte bulundum. Böylece onlar ve bugün hayatta olan büyük küçük dostlarım benim dördüncü yakınıma dönüştü. Onlarla günaşırı konuşmaz, ya da görüşmezsem canım sıkılır, kalemim yazmaz.

Özlem duygularıyla dolu bu kitapda yazdıklarımın hepsi anı değildir. Kitapta ayrıca kahramanların toplumsal ve edebî çalışmaları üzerine düşüncelerim de mevcuttur. Bunları hemen kâğıda kaydetmeyip, ruh hâlime göre ufak ufak yazdım. “Kim nereden bilecek ki?.” diyerek ucuz yöntemlere başvurmadım, yapay şeylere yer vermedim, hakikatten şaşmadım. Çok şükür.

EDEBİYATIMIZA GİREN YENİ TÜR

İnsanın ruhu yaşlanmasa da zamanla bedeni yıpranmaya başlar. Gözlerim ve kulaklarım ağırlaştı. Bacaklarım uzak yerlere götürmez oldu. Ne de olsa seksen yaşımızı geçtik. Buna rağmen gözlerimi kısarak da olsa harika bir kitabı daha bitirmenin mutluluğunu yaşıyorum. “Sağınış Sazı (Hasret Ezgisi)” isimli Nurlu Alem Yayınevi’nden çıkan kitabın, tanınmış yazarı, Gabbas Kabışulı. “Tanınmış” diye alışkanlıktan söylüyorum. Oysa yazarların hepsi tanınmıştır. Peki Gabeken (Gabbas Kabışulı) hangi yönüyle tanınır? O, bugüne kadar yaklaşık 20 kitap yayımladı. Bunlardan on dördü kendi yapıtı, dördü edebî çeviridir. İşte tüm bunlar, onun kaleminin ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesidir.

Gabeken’in güçlü kaleminin başka belirtisi ise onun ölen çağdaşlarını “öldürmemeye”gayret etmesidir. Bu ne demektir? Hayattayken pek çok insanla ilişkide bulunuruz; dost, arkadaş, sırdaş olduğumuz, saygı duyduğumuz kimselerle birlikte yaşarız. Ancak öldükten sonra onları unuturuz. Aklımıza getirmeyiz, anılarını yazmayız.

Gabeken, Kazakistan Yazarlar Birliği adını taşıyan kutsal kurumda otuz yıl çalıştı. Pekçok yazarı tanıdı. Pek çoğuna saygı duydu, sırrını paylaştı. Özellikle de uzun yıllar SSCB Edebiyat Fonu Kazak Şubesi Müdürü görevini üstlendiği zamanlarda pek çok yazar ve şaire yardım etti. Onların yapıları ve karakterlerini derinden algılayıp iyi özelliklerini aklında tuttu. Ölen yazar ve şair çağdaşlarını “öldürmemeye” gayret etti.

Bu nedenle o yukarıda sözünü ettiğimiz yirmi kadar kitaptan başka, bir çok tanınmış yazar ve toplum adamı hakkında da anı kitapları hazırladı. Anvar Alimjanov, Sagat Aşimbayev, Adi Şaripov ve M. İ. Yesenaliyev’i anlatan dört kitabı okuyucularına armağan etti. Tüm bunları yaparken onlar “Örnek evlatlarınız idi, hatırlayın.” demeyi de unutmadı. Herkesin onun gibi davranması mümkün değildi. Zira telif hakkı bunun önündeki en büyük engellerdendi. Eskiden belirli bir kitaba anısı dâhil edilen yazara azımsanmayacak miktarda telif hakkı ödenirdi. Artık o usul kalmadı. Telif hakkı olmayınca kimse boşu boşuna anı yazmak istemiyor. Ayrıca kitabı hazırlatmak isteyen kişinin yazmayı kabul eden, ya da yazma sözü verenlere yalvarıp yakarması, sürekli telefon edip bıkmadan usanmadan “Yazdın mı?”, “Bitirdin mi?” diye sorması da cabası.

İnsanlardan güç bela hatıralarını topladıktan sonra onları gözden geçirir, yazarsın. Ardından kitap olarak yayımlamak için sponsor ararsın. Sponsor bulmak ise su tavuğunun kanını bulmak kadar zordur. Birilerine gidip “Babacığım. Ağabeyciğim.” “Bu insan Kazak milletinin eşsiz evlatlarından biri idi. Milletimizin onu unutmaması için anılar kitabı hazırlamıştım. Yayımlamak için yardımına ihtiyacım var” diye yalvarırsın. Eskiden derleyenlere, hazırlayanlara da telif hakkı ödenirdi. Artık o da yok. Bu durumda yakını, ya da akrabası olmadığı halde, kim ölmüş birisi için sıkıntı çeker ki? Bir kuruş kazancı olmayacak bir işe kim girişir? Zaten böyle insanlar artık yok denecek kadar azdır.

Bundandır ki Gabbas Kabışulı’nın bu fedakârlığını manevi kahramanlık, milliyetçilik ve yüksek bir kişilik örneği olarak değerlendirmek gerekir. Bazı insanlar, Gabeken’in dikkatler dışında bırakılan bu davranışını, çıkarını bilmeyen manevi Don Kişotluk olarak algılayabilir. Keşke kalemden başka maddi kaynağı olmayan yalın kılıç yazarlardan başka günümüz zengin işletmecilerinde de böyle “Don Kişotlar” çıksa da bu davranışlarıyla kültürümüzün gelişimine katkı sağlasa. Tabi az da olsa böyle insanlarla karşılaşmak da mümkün. Onlardan biri bu kitabı kendi parasıyla ve memnuniyetle basan yazar, matbaacı Jarılkasın Davlet kardeşimizdir.

İşte bu fedakâr yazar, dikkate değer bir kitap daha yayımladı. Dikkate değer olduğunu söylememin nedeni onun kendisi ile birlikte büyüyen, birlikte kalem tuttuğu, saygı duyup sırlarını paylaştığı, dönemin sıkıntılarını birlikte çektiği şakaları yakışan ve edebî kişilikleri uyuşan otuz yazar hakkındaki anı kitabıdır.

Gabeken’in kendisi ne kadar ciddi, titiz ve olgun ise yazdıkları da o kadar ibretlikdir. Onun tüm eserleri; insanlığı, dürüstlüğü, yiğitliği ve günlük yaşamda pek dikkat edilmeyen sıradan kahramanlıkları anlatan birer destandır. Bu tür “destan”larından biri işte bu “Hasret Ezgisi” kitabıdır. Burada yazar, yaşamını yitiren otuz yazarın insanlık, yiğitlik ve şairlik özelliklerini gözler önüne serer. Onların her birini yanıbaşındaymış gibi hissettirir. Öyle ki onların seslerini duyar, kendilerini görür gibi olursun. Onların gülüşlerini hisseder hatta onlarla birlikte gülersin. Güzel tebessümlü Sagi (Jiyenbayev), gözleri gülümseyen Jumeken (Najimedenov), çatık kaşlı Mukagali (Makatayev) yanında duruyormuş zannedersin.

Diğer yazarlar da kendilerine has özellikleriyle ortaya çıkarlar. Yazarın anılar kitabına ayrı ayrı bölümler olarak giren Balgabek Kıdırbekulı, Şona Smahanulı, Ospanali İmanaliyev, Ospanhan Avbakirov, Sabırhan Asanov, Jüsip Kıdırov, Tölegen Tokbergenov, Ramazan Sagımbekov, Oralhan Bökeyev, Nükeş Badigulov, Marat Kabanbay, Ramazan Toktarov, Kuvandık Şangıtbayev, Jaraskan Abdıraşev ve diğerlerinin yaşadıkları çeşitli olayları onun dilinden öğreniriz. Kitap okuyucusuna işte bu yazarların başlarından geçenleri, insanların bilmedikleri sıkıntıları anlatır. Bilgi sunarken onların yaşamını olduğu gibi sayıp sıralamaz. Her yazarın ibretli yaşamından ancak kısa kısa ayrıntılar verir. O küçük ayrıntılar bile insanı heyecanlandırır. Kitabı okurken bazen güler, bazen kızar, bazen de gözlerin yaşarır. Üzülürsün. Üzülürsün, çünkü onların hepsi daha dün yanımızda olan kardeşlerimizdi. Onlar sahip oldukları değerli yeteneklerin semeresini halka tam sunamayıp, otuz ila elli yaşları arasında bu hayatı terk etmişlerdir.

Yazar, hangi yazarın kaç yaşında vefat ettiğini belirtirken “Vah aslan gibi falanca ağabeyciğim, vah filanca güzel kardeşim.” diye sık sık iç çeker. Küçük anıların her biri diğerinden değerlidir. Biri diğerinden iyi ya da kötü değildir.

İstediğim “Yazar falanca hakkında şöyle demiş, filanca hakkında böyle demiş” demek değil. Okuyucu onları kendi gözleriyle okuyup kendi iç dünyasında hissetmelidir. Belirtmek istediğim yazarın yaşamı erken terk eden kardeşleri hakkında, kalbi sızlayarak ve içi yanarak yazdığıdır. İletmek istediğim bu kitabın içinde anlatılanların sadece yazarların çocukları, soyu için değerli olmadığı, kitabın Kazak Edebiyatına saygı duyan her ailenin baş köşesinde bulunmaya layık bir eser olduğudur.

“Bu kitabın türü hakkında birkaç söz söylemek uygun olacaktır. Latincede “requiem” sözü bulunur. Kazakça anlamı “ağıt”tır. İnsanlığın yaşadığı büyük dönemin, büyük insanın, halkı için emek vermiş kahramanların arkasından ağlamaktır. Ağıtlar eskiden müzik sesi ile ve şiir diliyle yakılmıştır. Örneğin Aydınlanma Çağı’nda yetişen Avusturya bestecisi W. Mozart’ın “Requiem” adlı meşhur eseri dünya klasik müziğinin en güzel örneğine dönüşmüştür. Onun gibi J. Brahms da A German Requiem (Alman İlahisi) bestelemiştir. Bunlar müzik alanındaki ölüm ilahileridir.

Kazak şiirindeki ağıt türünün en başarılı ve meşhur örneği Mamay Kahraman’ın annesi Karatilek için söylediği ağıt ve eski “Yelim-ay (Vah Yurdum Vah).”adlı türküdür. Daha sonraki dönemlerde de ölüm şiirleri yazan şairler olmuştur. Günümüzde bu türle M. Alimbayev ilgilenmektedir. Ancak düz yazı ile meydana gelmiş ölüm yazıları yoktur. G. Kabışulı’nın otuz yazarı anarak yazdığı kitaba mensur requiem (ağıt) türü demek mümkündür. Bu anılar kitabının bir başka özelliği de kitabın ön kapağında film şeritleri biçiminde 30 yazarın resmini bulundurmasıdır.

Profesyonel edebiyat eleştirmeni olmasak da kendimizi takip eden kardeşlerimizin bazı eserleri hakkında fikir belirtmek, ağabeylik borcumuzdur. Bizzat benim hiçbir fikir belirtmediğim kardeş yazarlardan biri işte bu kitabın yazarıdır. Bunun için uygun anı bulunca eseriyle ilgili az da olsa görüş belirtmek istedim. Ne de olsa “Geç, hiçten iyidir.” Belki biraz övüyor da olabilirim.

Övmek ve ödüllendirmek sanat sahibinin çift kanadı gibidir. Her ikisi de hünerli kişiyi ileriye götürür, yeni başarılara ulaştırır. Varış çizgisine yaklaşan yarış atları yüksek sesle söylenen “hay hay” sözünü duyduğunda tüm gücünü toplayıp daha da hızlanır, daha da öne atılır. İşte o “hay hay”ı sanat insanları sadece kendi çağdaşlarından değil, çalıştığı kurumdan ve devletinden de duymak ister. Duymaları da gereklidir. Bu, sanatının ufkunu genişletir. “Hasret Ezgisi” kitabının ise hem övmeye hem ödüllendirmeye layık bir eser olduğu muhakkaktır.

Burada yirmi kadar kitap yayımlayıp yazarlar hakkında dört beş anı kitabı hazırlayan bu yazar hakkında toplumun dikkatini çekecek bir tane bile makalenin olmadığını, bir tane bile ödülün takdim edilmediğini belirtmemiz gerekir. Elbette bu, yazarın kendi mütevazılığından, kimseye gidip “Benim kitabımı öv veya bana ödül ver” diye yalvarmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Yazar hiçbir zaman kendi kendini aday göstermez. İşte bu yüzden ben de bu kitabın ödüle layık bir eser olduğunu toplumun dikkatine getirmeyi uygun buldum.

Azilhan Nurşayıkov
Kazakistan Halk Yazarı
Devlet Ödülü Sahibi
Kazak Edebiyatı Gazetesi, 19.03.2004

“DOĞRUDUR.”


Saben’i ilk kez 1966 yılının Mayıs ayında gördüm (Saben, ondan üç dört yıl önce de doğu bölgesine gelmişti, ancak ben hastanede bulunduğumdan görememiştim). Öskemen şehrinden taşınıp, Kazak Edebiyatı Gazetesi’nde çalışmaya başladığım zamanlardı. Yazın ortalarında bir gündü, öğle arası daireden dışarı çıkıyordum. Saben, delikanlılardan birinin koluna girmiş, kapının önünde ileri geri yürüyordu. Pek çok resimde gördüğüm suretiyle gönül sarayıma iyice yerleşmiş Sabit Mukanov’un ta kendisi. Başında takke, elinde baston. Boğazından rahatsız olmalı ki hırlayarak konuşuyordu. Yanındaki delikanlıyla bir konu görüşüyordu sanıyorum, genç adama arada bir “Doğrudur.” diyordu. Küçük burnunun altındaki çukurda bir fiske bıyığı olan çekik gözlü genç adam (daha sonra şair İztay Mambetov olduğunu öğrendim. Kendisiyle Kazak Edebiyatı Gazetesi’nde birlikte de çalıştık), kısık bir sesle, bir şeyler söylüyordu. Saben ise “Doğrudur.” dedikten sonra konuşmasına devam ediyordu. Ben, bir süre onları seyrettikten sonra Saben’e selam vermeye cesaret edemeyip yavaşça oradan uzaklaştım.

Kazakistan Yazarlar Evi’nin önünde Saben’i daha sonraları da gördüm. Hem genç hem ileri yaştaki şair ve yazarların koluna girip çok farklı şekilde gezdiği dikkatimi çekerdi. Öyle ilginç bir durumda bir defa benimle de sohbet ettiğini hiçbir zaman unutmam…

Şimdiki Bögenbay Batır Sokağı tarafından çok sakin ve rahat adımlarla yokuş aşağı iniyormuş. Ben de yukarı doğru çıkıyordum, Saben’i fark eder etmez hızlıca yürüyüp yanına gittim ve selamlaştım:

“Selamünaleyküm…”

“Aleykümselam.” diyerek Saben, “kolunu hazırla” dercesine sol elini uzatıverdi. Ben, sağ kolumu uzattım. “Senin selamında bir terddüt mü vardı, yoksa bana mı öyle geldi?” diye gülümseyerek baktı bana. Tereddüt olduğu doğruydu. Ondan iki hafta kadar önce şansımıza dairenin ikinci katındaki geniş koridorda üç dört mesai arkadaşımla Saben’e rastlamış, yarışırcasına selamlamıştık. Beyefendi benim de adımı, soyadımı, nerede ve ne iş yaptığımı sorup öğrendikten sonra:

“Ebeveynin hayattalar mı, sıhhatleri yerinde mi?” demişti.

“Hayattalar. Babam sizinle aynı yaşta,” diye cevap vermiştim. Neden birden o kadar detaya girdiğimi bilmiyorum, herhâlde babamın Saben gibi bir adamla yaşıt olmasından büyük bir şeref duyuyordum. Saben:

“Öyleyse eski bolşeviklerdendir.” demişti.

Bu sefer selam verirken ise genelde köy çocuklarının babalarıyla yaşıt adamlara “baba” diye hitap etmesi âdetine uygun olarak Saben’e az kalsın “Selamünaleyküm baba.” diyecek olmuştum. Mütevazı olduğu kadar da hassas adam bunu hemen fark etmişti.

“Hayır ağabey, ben hiç terddüt etmedim, size öyle gelmiş olmalı,” diyerek şakayla karışık bir cevap verdim. Saben:

“Doğrudur.” dedi ve her zaman yaptığı gibi adımı ve soyadımı, nereden ve ne zaman geldiğimi, görevimi, neler yazdığımı detaylı olarak sormaya başladı. Onun insanı iyice tanıyana kadar her görüşünde aynı şeyleri tekrar tekrar sorduğunu duymuştum. Duyduğum doğru imiş. Benim hiciv türüyle uğraştığımı öğrendiğinde:

“Doğrudur, ancak bu çok zor, çok karmaşık ve sorumluluk isteyen bir türdür. Hiciv yazılarını okumayı hepimiz severiz, ancak ona saygı duymayız. Bizdeki edebî eleştiriciler hicivden uzak dururlar, yaklaşmaya cesaret edemezler, farkında mısın? Toplumumuzun hicve, dün ihtiyacı olduğu gibi bugün de var. Yarın da ihtiyaç duyulacak bir türdür. Bu nedenle yazmaya devam edin, hiç çekinmeyin. Saygı duymayanlar ve anlamayanlar, hicvi hafife alanlar, güldürmek için kaleme alındığını düşünenlerdir. Ben, dünkü Beyümbet’in, Seydil’in; bugünkü Askar’ın, Sadıkbek’in, Ospanhan’ın bazı hiciv hikâyeleri ile şiirlerini kimi yazarlarımızın kalın romanlarına değişmezdim,” diye başlayan Saben, Kazak edebiyatındaki yergi, hiciv örneklerini halk edebiyatından başlayıp derleme, sınıflandırma, inceleme işlerinin ele alınmadığını, “Kazak Halkının Mizahı” başlığıyla ciltler halinde derleme yapılırsa; çalışmanın kesinlikle hem edebiyatımızın hem halkımızın manevi değerine ve paha biçilemez hazinesine dönüşeceğini söyledi. Böylece Saben’in Kazak edebiyatının hiciv türü ile başlayan sohbeti dünya edebiyatı hiciv türü ile devam ederek ortak sorun ve amaçlar bile gözden geçirildi. Saben’den özellikle hiciv konusunda o kadar içerikli ders alabileceğimi hiç ummamıştım. Büyük şair ve yazarın bu alanda sahip olduğu derin bilgisine hayran kaldım doğrusu.

“Mark Twain’i, William Thackeray’ı bilemeyebilirsin, fakat Antoşa Çehonten’i, Anton Pavloviç Çehov’u tabii ki biliyorsun. Aslında bir doktor olup Rusya’nın pek çok ücra yerlerini yaya olarak dolaşıp hastaları muayene eden Çehov, bir roman bile yazmadan, hiciv ve mizahlarıyla, farklı bir deyişle güzel şaka ve alayla kaleme aldığı hikâye ve tiyatro eserleriyle, klasik Rus edebiyatı tarihine adını bırakmıştır. Onun yazar unvanı kimin unvanından eksik ki?” diyerek durdu ve sorusuna cevap bekler gibi yüzüme baktı.

“Çehov, büyük bir hiciv ustasıdır.” dedim.

“Doğrudur.” dedi Saben, büyük bir memnuniyetle. Yanımıza aniden dört beş yazar gelince sohbetimiz kesildi.

Kendisini takip eden kardeşleriyle, Yazarlar Evi’nin bahçesinde birinin koluna girerek dolaşmayı veya ikinci kattaki koridorda samimi sohbetler etmeyi seven Saben’in bu güzel alışkanlığını devam ettiren son yazar İliyas Yesenberlin ağabeyimiz oldu. Nadir de olsa gelip koridorda ciddi ve ibretli sohbetlere kapılan Gabit Müsrepov ve Gabiden Mustafin gibi yazarlarımızın da adlarını anmamak mümkün değil.

Saben’in altmış, yetmiş yaşları münasebetiyle yapılan kutlama etkinliklerine katıldığım anları daha dün gibi hatırlarım. Özellikle de yetmiş yaşında o dönemin gelenek ve uygulamalarına göre en büyük ödül olan Sosyalist Emektar Altın Yıldızı’nı alacağından kesin emin olanlardan biri bendim. Saben, Opera ve Bale Salonu’nun büyük sahnesine Türkmen dostu Bedri Kerbabayev’in koluna girerek çıkmıştı. Bedri aksakalın göğsünde Altın Yıldız parlıyordu. “Bugün Sabit ağabeyimize de nasip olacak.” dedik. Nasip olmadı. Lenin Madalyası ile ödüllendirildi. O zaman ben gerçekten kızarak “Allah Allah, elli ve altmışıncı yaş dönümlerinde aldığı Lenin Madalyası’nı ne diye bir daha veriyorlar? Koleksiyon yapmasını mı istiyorlar?” dedim. Yanımda oturan şair Sabırhan Asanov, “Rezalet.” diye elini sallayıverdi. Diğerleri de memnuniyetsizliklerini belli ederek: “Altınları mı tükenmiştir.” “Kerbabayev kadar emek vermedi mi yani?” dediler.

Söz konusu ödülün sırrını daha sonra öğrendim. Ülkemizin başkanı Dinmuhamed Konayev, görünürde Saben’e saygılı davranırken gerçekte “Sen nereye gidebilirsin ki?” diyormuş. Bu tür bir sonuca varmamın kesin delili vardır. Bu, Saben’in Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 23-24 Ekim 1959 tarihlerinde gerçekleştirdiği XVI. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma ile ilgilidir. Genel Kurul’un gündeminde o sıralar çok konuşulan, ancak gerçekleri söylenmeyen “Temirtav Olayları” (1986 yılının Aralık ayında meydana gelen olayların benzeri) ele alınmıştı. Saben, Temirtav olayları hakkındaki görüşlerini belirtirken yüksek kürsüden Kazakistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri N. Belyayev’i, Bakanlar Kurulu Başkanı D. Konayev’i çok eleştirmiş. Rusça konuşmuş. Amacı hepsinin, hatta Moskova’nın bile duymasını istemesindenmiş. Okudum, çok sert bir eleştiriydi. Halk ekonomisinin her alanından somut örnekler vererek her şeyi çekinmeden yüzlerine vurmuş. Belyayev’e şunları söylemiş: “… Yoldaş Bilyayev’in samimi ve dürüst bir şekilde olayların asıl sorumlusu olduğunu kabul etmesinden dolayı çok minnettarım. Evet yoldaşlar, asıl sorumlu odur. Böyle dememin nedeni, kendisinin değişik toplantılarda Kazakistan metalürjisi üzerine yaptığı büyük konuşmalarındandır. Şimdi ise Yoldaş Belyayev’in Kazak Metalürjisinin idaresi konusunda sadece konuşmada usta, fiilde ise beceriksiz olduğu ortaya çıkıyor. Bunun için utanç duyuyor ve Kazaklarda “Utanmak, ölmekten beterdir” atasözünü hatırlatıyorum. Yoldaş Belyayev’in en kısa sürede yüzündeki bu siyasi kiri yıkaması gerekmektedir. Aksi takdirde alacağı eleştiriler şimdikinden daha sert olacaktır…”

Konayev’e ise şunları söylemiş: “… O, metalürjiyi bu alanda sıradan mühendis iken, severdi. O, zaman çok iyi şeyler yapardı, ancak oradan alındıktan sonra sevdiği mesleğe ihanet etti ve ona ilgisiz bir sevgili gibi davranmaya başladı. Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini üstlenmesine ve on yıl gibi uzun bir süre sanayi işlerinden sorumlu olmasına rağmen bu alana hiçbir olumlu katkı sağlamayışını başka türlü anlatmak mümkün değildir. Ardından kendisini Kazak Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bilimler Akademisi Başkanlığı görevine sundular. Ancak bu yanlıştı: herkes mühendis Konayev’i tanıyor, ancak şimdi kimse bilim insanı Konayev’i tanımıyor. Yoldaş Konayev, Bakanlar Kurulu başkanlığı görevine gelince de metalürji alanına olan tavrını değiştirmedi. Aksi durumda Kazak Metalürjisinin şimdiki rezil hâline gelmesine izin vermezdi… Genel görüşe göre kendisi bir “vaatler çuvalı”dır. Ben de bu görüşe katılıyorum. Katılıyorum çünkü Yoldaş Konayev’in genelde söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmaz”.

Bu türden eleştiriyi affedecek başkan var mı acaba? Gerçeği kabul etmek çok zor bir iştir. Sayın Konayev affedememiş. Saben ise orada söylediklerini ispatlayabilecek pek çok şeye şahit olmuş bir insandır. Komünist Sabit Mukanov, kalabalık karşısında yalan söylememiştir. Doğruları söylemesinin daha sonra kendisine zarar vereceğini bildiği hâlde kimseye yaranmaya çalışmamış, kimseden çekinmemiştir.

Bakanlar Kurulumuzun Başkanına Kültür İşleri Yardımcısı olan, daha sonra da Yazarlar Birliği Birinci Başkanı görevini üstlenen Adi Şaripov’la aramızda sonradan yapılan bir sohbet sırasında Saben’e Altın Yıldız’ı Moskova’nın vermediğini söyledim. “Doğru değildir. Konayev verdirmedi. Saben’in birkaç arkadaşı, adına rica etmek amacıyla Konayev’e bizzat kendim gittim. Sosyalist Emektar unvanına layık olduğuna dair yazılı dilekçemizi de yanımda götürdü. “Bir bakalım” dedi cevap olarak. Daha sonra Moskova’dan öğrendiğime göre Lenin Madalyası ile ödüllendirme kararı gönderilmiş. Saben’in bir ara Temirtav olayının görüşüldüğü Genel Kurul toplantısında yaptığı sert ve doğru eleştiriyi Konayev unutmamış” dedi.

Günümüzde, kusurları bir başına yetecek kadar olan Konayev’i hiç hatası, yanlışı olmayan melek suretinde tasvir etme alışkanlığı başlamıştır. Bu durum da insanlık zaaflarından olmalıdır.

Bizde “Kazakistan Halk Yazarı” unvanı vardır. Bu unvana layık görülenlerin sayısı kırk kadardır. Bizzat ben ucuz ve hiçbir mantığa uymayan böyle bir unvanı kimin, ne için düşündüğünü ne bilirim, ne de bilmek isterim. Ne için lazımdır? Ne tür emek karşılığında verilir? Bu unvana sahip olanlar halk için yazmış da, sahip olmayanlar halk için yazmamışlar mı yani? Her türlü unvan, şan ve şöhret, evladına halkı tarafından verilmiştir ve verilmeye devam edecektir. Göğsüne Altın Yıldız takılmayan Saben, halkını madalya ve nişanlara asla değişmez.

Sabit Mukanov, kendisinin söylediği gibi “halkın kalbine giden yolu bulan” gerçek Halk Yazarıdır.

Ülkenin çeşitli yerine yaptığım iş gezilerim sırasında edebiyat üzerine yapılan sohbetlerin Saben’in adı anılmadan başlamayıp Saben’den söz edilmeden bitmediğine şahit oldum. Okuma, yazması olan her Kazak, Saben’i bilir, tanır. Aksakallarımızın çoğu hem tanımış hem konuşmuştur. Hepsi de Saben’in mütevazı, bilgili, cana yakın, alçak gönüllü, içten, misafirperver olduğunu, çocuk gibi her şeye kandığını efsane gibi anlatır. Bundan daha fazla şerefe, şan ve şöhrete, ödüle gerek var mı acaba? Orta Asya’da, dünkü Sovyetler Birliği topraklarında, yakın uzak ülkelerde Saben’i tanımayan, adından sevgi ile söz etmeyen şair ve yazar çok azdır. Meşhur Özbek şairi, Saben’in çok yakın dostu olan Gafur Gulam ağabeyimiz bir defasında yabancı meslektaşlarına Saben’i anlatırken “Bana telgraf, mektup göndereceksiniz “Özbekistan, Gafur Gulam” diye yazmanız; Saben’e telgraf, mektup gönderecekseniz “Sovyetler Birliği, Sabit Mukanov” diye yazmanız yeterli olur.” şeklinde şaka yapmıştır. Şakanın altında ise bir gerçek yatmaktadır.

Saben’in ocağını yeşertip yuvasını sağlam, kapısını açık tutan, kurulu sofrasıyla Saben’i misafirperver, herkesçe sevilen ve alçak gönüllü yapan insan sevgili eşi Meryem yengemizdir. Bu, herkesçe bilinen bir gerçektir. Halk arasında Meryem yengemizin örnek insanlık özellikleri hakkında da anlatılanlar az değildir. Sofrasında yemek yiyen, aynı sofrada bulunan büyük küçük herkes, değerli yengemizden sadece övgüyle bahseder. Akıllı eş insan için büyük bir mutluluktur. Kazak halkı, “İnsanın ihtiyaç duyduğu ilk zenginlik kaynağı sağlık, ikinci zenginlik kaynağı eş, üçüncü zenginlik kaynağı hayvandır” dememiş mi? Saben’in iç dünyasını zengin eden, değerli eşi Meryem yengemiz olmuştur.

Sabensiz yaşamında Meryem yengemiz büyük dertlerle karşı karşıya kaldı. Cimri kader, milletinin sevdiği bilim adamının iki evladı ile bir torununu götürdü şu fani dünyadan. Hâl hatır sormak için gittiğim günlerden birinde Meryem yengemiz evinde yalnızdı. “Çocuklardan biri işe, diğeri okula gitti” dedi. Benim çok mahcup olarak “Sadece hâl hatır sormak için uğramıştım” dememe kaşlarını çatarak “Otur oğlum, otur. İkimiz çay içeceğiz. Bana gücü yetecek hastalık yoktur, benimki öylesine inleme sızlamadır” dedi. Çay sofrasını kurmaya yardımcı oldum. Batı tarafındaki duvarda Saben’in dik durmuş resmi asılıydı. Benim dikkatle izlediğimi fark eden Meryem Hanım, hüzünlü bir sesle şaka yaparak: “Kendisi gelip çay içmez, sadece bakar” dedi. Evin, Saben’in müzesinin, ufak tefek işlerinden bahsetti acele etmeden. Çay içtik. Meryem Hanım, bana yorgun bir yüzle bakarak “Oğlum Gabbas… Hâlimi görüyorsun işte, anlıyorsundur. Allah Saben’den sonra beni götürmeliydi, ne yapayım…” dedi. Ben, ayağa kalkmaya başlayan duygularımı zor kontrol ederek Meryem yengeme bildiğim teselli sözlerini ilettim. “Herkes kaderini yaşar” diye. İçin için ağlasa da değerli yengemizin güçlü olmaya çalışmasına, iradesine hayran kaldım.

Yazarlar Birliği’nin Çeviri Kurulu’na başkanlık ederken boş zamanım oldukça Saben hakkında hatıraları derleyip kitap yayımlamak istedim. Halkın diline destan olan insanın kutsal ruhuna bu şekilde tazim etmeyi düşündüm. Beyefendi, Eş, Baba, Dede Saben hakkındaki en temiz anıları bir tek kişiden, Meryem Anamızdan duyabileceğimi düşünerek çalışmama başladım. Bunu detaylı anlatmama gerek yok, çünkü o, 1993 yılında benim hazırlamamla yayımlanan “Benim Sabitim” adlı anı kitabının son sözünde anlatıldı. (anılar kitabının yazarı Meryem Anamız; basılmasına yardımcı olan “Sabit Mukanov Müzesi görevlisi Gülnar Kudabayeva’dır). Meryem Hanım’ın “Sabit’i görmüş, kardeşi gibi olmuş Gabbas oğluma. 29. 10. 93” diye elleriyle yazarak bana hediye etmiş olmasından dolayı benim için kitap çok değerlidir. Cennet mekan, Meryem Hanım da fani dünyadan baki dünyaya göç etti.

3,05 ₼

Janr və etiketlər

Yaş həddi:
0+
Litresdə buraxılış tarixi:
01 avqust 2023
Həcm:
27 səh. 45 illustrasiyalar
ISBN:
978-625-6853-18-8
Naşir:
Müəllif hüququ sahibi:
Elips Kitap
Audio
Orta reytinq 4,1, 252 qiymətləndirmə əsasında
Audio
Orta reytinq 4,7, 1620 qiymətləndirmə əsasında
Mətn
Orta reytinq 5, 10 qiymətləndirmə əsasında
18+
Mətn
Orta reytinq 4,9, 161 qiymətləndirmə əsasında
Mətn, audio format mövcuddur
Orta reytinq 4,7, 6 qiymətləndirmə əsasında
Mətn
Orta reytinq 0, 0 qiymətləndirmə əsasında