Sadece Litres-də oxuyun

Kitab fayl olaraq yüklənə bilməz, yalnız mobil tətbiq və ya onlayn olaraq veb saytımızda oxuna bilər.

Kitabı oxu: «İrade Terbiyesi II Zihinsel Çalışma ve İrade»

Şrift:

ÖN SÖZ

“Bana bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım!” derdi, kaldıraç olarak adlandırılan yöntemin gücünü bilen Arşimet.

Yöntem; başka bir deyişle zihnin nesneye uygulanışı, zekâ gücünün çözülecek problem üzerine yoğunlaşması aslında nedir? Bu açıdan yöntem bir araçtır. Creusot’nun o devasa şahmerdanı yalnızca mükemmelleştirilmiş bir çekiçtir ve en güçlü buhar makinesi yalnızca mekaniğin temel yasalarını faaliyete geçiren bir kaldıraç oyunudur. Maddesel dünyada gücümüze güç katan modern endüstrinin araçları ise temel araçların dönüşümleridir.

Oysa bu temel araçların hepsi birer yöntemdi. Yunanlıların ileri görüşlü dehası bir çalışmada önemli olan noktanın sağlam adımlarla yürümek, belirli bir yol takip etmek, tek bir yönde ilerlemek ve dikkatini dağıtmamak olduğunu anlamıştı. Dikkatimizi çözülecek problem üzerinde yoğunlaştırarak takip edilecek en doğru rotayı buluruz. Kavrama gücü yüksek olan bir zihin, güçlük yaratan bazı büyük kayaları kaldıraç vasıtasıyla yerinden oynatmayı bu şekilde başarmıştır. Şüphesiz ki bu zihin, oyunlarına bunu dâhil eden çocukları gözlemlemişti. Misket oynarken pistonun her iki yüzüne buharı dönüşümlü olarak dağıtan dış merkezliyi icat eden kişi aslında küçük Potter değil midir? Onu gören Watt bu icadın değerine hayran kalmıştı.

Oysaki makine ve araçların var ettiği, gücümüzü yüz katına çıkaran bu yöntemler, zihinsel işleyiş için vardır; kaldıracın kaslarımızın verimliliğini, teleskobun görüşümüzü artırması gibi yöntemler de zihnin verimliliğini artırır.

Fakat bazı sebeplerden ötürü somut dünyada yöntemlerin keşfi soyut dünyadakinden daha kolay oldu. Bunlardan biri, problemlerin mucitlerin karşısına sınırlı, açık bir şekilde çıkması ve dikkatin maddeci denemeler üzerine dayandırılmasıdır. Öte yandan ölçümler yanlış yapılır, tabiatın değişmez kuralları ihlal edilirse doğa derhâl yaptırım uygular ve hatanın düzeltilmesi güçleşir. Bir parçanın maruz kalacağı basıncı yanlış hesaplarsam o parçanın kırılması gibi.

Bunun aksine entelektüel çalışmada hatalar hiçbir zaman fiziksel bir olayın netliğine sahip değildir. Sonuçları uzun vadede ortaya çıkar ve çalışanlar çoğu zaman bu sonuçların farkına varmazlar.

Zaten karmaşık maddesel objelerin yarattığı kafa karışıklığının insanı dalgınlaştırmaması zordur. İyice bakmak için geri çekilmek, sağlam gözlerle objektif olanı görmek ve olanı olduğu gibi eleştirmek güçtür. Herbert Spencer uyandığı andan itibaren temas ettiği sıradan her nesneyi inceler ve üreticisi tarafından büyük ölçüde değişime maruz bırakılabilecek bu nesnelerden farklı olduğunu anlar. Taylor, işçilerin vagona yük bindirmek, tuğladan bir duvar örmek gibi en basit işlerinde bile hareketlerini dikkatle yapmalarının güç harcamalarını dörtte üç oranında azaltabileceğini göstermiştir. Büyük bir tren ekspresi Paris’e vardığında bagajların masalara sertçe indirilmesi örneğini ele alalım: Her gün, her trende tekrarlanan zaman kaybını, güç israfını, herkesin gergin ruh hâlini gözümüzde canlandıralım. Koşullara uyarlanamayan bir zihnin nesne üzerinde yarattığı zarara şahit olacağız.

Zihnin nesneye yoğunlaşmasından ve objektif, aklı başında, alışılmış uygulamaların dışında işleyen, yeni bir bakış açısıyla nesneye bakan bir tutumdan daha az bulunanı yoktur. Hiçbir şey adil ve hassas bir terazi gibi ölçülemeyen ağırlıkları algılayabilen, ön yargılar ve alışkanlıklar tarafından çarpıtılmamış, dengede kalmayı başarabilmiş bir zihinden daha nadir değildir. Hataların yaptırımlarının kaçınılmaz olduğu maddesel dünyada, alışılmış uygulamayı düzeltmeyi zorlaştıran da budur: Hele bir de çözülmesi zor sonuçlara sahip zihinsel alışkanlıklar söz konusuysa!

Ordu ve üniversite şüphesiz ki seçkinler topluluğunda yer alır. Yine de yapılan gözlem şunu gösterir ki her yüz kişiden biri bile yaptığı şeyi objektif bir şekilde, sağlam bir zihinle eleştirebilme yeteneğine sahip değildir. Sadece yüzde onluk bir kısmı, bir öğretim sürecinin manasızlığı ispat edildiğinde bunu değiştirebilme kabiliyetine sahiptir. Bundandır ki dikte1 gibi anlamsız öğretim yöntemleri umutsuz bir işlevsizlikle sürüp gider ve Fransız kompozisyonunun açıkça verimsiz olan geleneksel öğretimi liselerimizde varlığına devam eder.

En basit keşifleri yapmanın bile yüzyıllar aldığına şaşırmamalı. Öyle ki uzun yıllardan beri yazılar oyulmuş plakalara neşrediliyordu ve her harfin arasındaki plakayı yontmayı akıl edecek dâhi bir adam gerekti.

Zihinsel alışkanlıklardaki olayların net bir şekilde görülmesini zorlaştıran şey, bilimsel zihnin psikolojideki eksikliğidir. Psikoloji öğretimi yakın zamana kadar teolojik kaygılar nedeniyle çarpıtılmıştır. Bu, tamamen bilimsel olan irade meselesinin teolojik bir meseleye sinsice nasıl dönüştüğüdür: Özgür irade meselesine. Mekanik yasalarda olduğu gibi kendi içinde de güvenilir yasalara sahip olan psikolojinin temelinde yatan düşünce, şimdiye kadar eğitimcilerin ruhuna nüfuz edebilmiş değildir. Öyle ki, zihinsel çalışma esnasında gözlem ve deneyim eksiklikleri söz konusu olduğunda alışkanlıklar hüküm sürmeye başlar. “Bir Fiji şefi, bir gün kabilesinden uzun bir kafile eşliğinde dağ yolunda ilerliyordu. Birden ayağı takılıp düşecek gibi olduğunda içlerinden biri hariç herkes aynı hareketi tekrarladı ve daha sonra şefin hareketini tekrarlamayan o bir kişinin üzerine atılıp kendini şeften nasıl daha değerli görebildiğinin hesabını sordular.”2

Bu hikâyeye gülmeyin. Mademki her öğrenci gördüğünü nasıl gördüyse o şekilde tekrarlar, o hâlde bizler de bu Fiji topluluklarına benzer hareket ediyoruz.

Ben de kendi yöntemsel hatalarıma kapılmıştım. Amacından sapmış, öğrenilmesi zorunlu tutulan bilgiler yığınından yorgun düşmüş bir hâldeyken kişisel bir çalışma yöntemi keşfetme imkânım yoktu. Hocalarımız bizi hiçbir zaman araştırmalarına dâhil etmedi. Hatta öyle ki çalışma yöntemlerini bize açıklama konusunda isteksiz görünürlerdi. Çalışmayı kölelik olarak gören ön yargının bir devamı mıydı bu? Yoksa başarılarının onlar için bir çocuk oyuncağı olduğunu ve bu başarıların Tanrı vergisi bir beceriden kaynaklandığını mı düşünmemizi istiyorlardı?

Öte yandan, verdikleri zahmeti itiraf ettiklerinde ise bizlerin motivasyonunu düşürmek, insanüstü bir enerjide gözükmek için bunu saçma bir derecede abartırlardı. Büyük Flaubert’in günde on sekiz saat çalışmakla böbürlenmesi de bundandır!

Kaç defa günde on beş saat çalıştığını alçak gönüllülükle söyleyen “entelektüeller” gördüm. Bu kişilerle karşılaştığınızda onlardan çalışmalarını size göstermelerini rica edin.

Çalışmalarım süresince vardığım farkındalıklar daha önce kimsenin dikkatini çekmemişti ama neyse ki geç olmadan farkındalık kazandım! Üretmek teknik bir kusursuzluk gerektirdiğinden ve bu üretimi iş gücünün hafızaya ve vücut enerjisini düzenleyen yasalara akıllıca uyarlanmasıyla elde ettiğimizden kuşkum yoktu. Öğrenme sanatı, zihnin ve bedenin kanunlarına nasıl boyun eğileceğini bilme sanatıdır.

Zorunlu yasalara boyun eğmek ise tembelliğimiz, kibrimiz ve anarşik faaliyetlere duyduğumuz ihtiyaç için bir işkencedir. Her birimizde yasaların bizi kapsamadığına dair boş bir inanç vardır. Bu yüzden olayları akışına bırakmayı ve entelektüel gelişimimizi maceraya teslim etmeyi tercih ederiz. Tesadüfler rejimi altında yaşarız. Fikirlerimiz, kendine özgü bağlarla dilediği gibi birbirlerine bağlanır ve az da olsa istikrarlı bir hayal dünyasından ibaret olan bu zihinsel yaşam, öngörülemezliğiyle insana hoş gelir. Bir turiste de hoş gelen şey kendisine sunulan görüntü çeşitliliği, trafiğin akışı, karşılaşmalar, gök gürültülü fırtınalar ve konforsuz dağ evleri gibi tesadüfi durumlar bütünüdür.

Oysa bakalorya sınavlarına hazırlayan ansiklopedik programlar aracılığıyla yaptığımız yolculuklarda turist olarak yaşamayı çoktan öğrendik. Bizim değişken doğamıza ve istemli iradeye duyulan nefrete karşılık veren bu tesadüfler rejimini seviyoruz. Bu, doğal bir rejimdir.

Çoğu insan bundan zevk alır ve böylece hayatını ziyan eder. Yurt dışında öğrencilerimizi zeki, çalışkan, ciddi addetmek için ortak bir çabada hareket ederiz -meraklı ve isteklidirler, kolayca harekete geçerler- ama onlar da tesadüf alanlarında gezinen turistlerden farksızdırlar. Harika şeylerin gerçekleşeceğini sezinleyerek ateşli bir ruh hâline bürünürler. Fakat bunlar asla gerçekleştiremeyecekleri şeylerdir… Gençliğin kaynayan enerjisini içlerinde hissederler ve inançla doludurlar. Ne yazık ki kimsenin okumayacağı eserlerin hayalini kurarlar çünkü bu eserler yalnızca bir heves olarak kalacaktır.

Damarlarında akan enerjinin verdiği heyecanın kurbanı olarak kendilerini harcar, etrafa dağılırlar. Size tutkulu, oldukça yetenekli, ve göz alıcı çiçekleriyle sağlam bir bitki olmaktan öteye geçememiş, meyve veremeyen çok fazla genç insan sayabilirim.

İrade Terbiyesi isimli kitabım yayımlandıktan az bir zaman sonra büyük bir lisenin evrensel boyutta meraka sahip, büyük işler başarmış felsefe öğretmeniyle bir araya geldim. (Le Capital de Robertus kitabını kişisel kullanımı için çevirmişti.) Yaşlı gözlerle, onu derinden sarsan bir acıyı benimle paylaşmak istediğini söyledi. Birdenbire ama çok geç kalınmış bir şekilde kitabımı okumanın ona boşa çaba harcadığı ve hayatını kaçırdığı kanısını vermişti. Geçen zamanın onarılamaz oluşunun (Yaklaşık 60 yaşındaydı.) bu dünyadaki cehennem olduğunu ve hiçbir umut ışığının aldanmışlığın yakıcı pişmanlığını hafifletemeyeceğini söylüyordu.

Ben de kendi enerjimi, deneyimlerimi gençlerle paylaşmayı görevim kabul etmek yerine, sonu olmayan hırslarla neredeyse israf edecektim. Ülkemizin insan açısından hızla yoksullaştığı zamanda her türden enerjiye ihtiyacı vardır. Günümüzde öğrencilerimiz her şeylerini vatanlarına borçlu olduklarını açıkça görmektedir. Şimdiki nesillerin yaptığı fedakârlıklar gerçekten inanılmaz! Fransa’yı görkemli bir yurt yapma duygusu ve düşünce mirasını bozulmadan gençlere aktarma amacı yoksa 1.500.000 kişi yaşamını niye yitirdi? Sahip oldukları enerji ve zekâ sermayelerini, varlıklarını borçlu oldukları ülkelerinde yeşertmeliler. Yine de her sermaye akıllıca yönetilemediğinde israf olmaya mahkûmdur.

Yöntemsel bir çalışma izleyip dikkati, hafızayı ve sağlığı düzene koyan yasalardan yararlanmayı bildiğimizde entelektüel enerji sermayemiz, ne kadar sınırlı olursa olsun, pek çok şey ortaya çıkabilir.

Gücümüz sınırlı, hayat ise kısadır. O hâlde kaderle mücadele ederken ihtiyatlı davranmak gerekir. Eğer beceriksiz oyuncular gibi oyunun başında başarısızlığa uğramak ve mat olmak istemiyorsak oyunun kurallarını öğrenme zahmetine girmeli ve harekete geçmeden önce iyi düşünmeliyiz. Oyunu iyi oynarken hoşgörülü bir rakiple karşı karşıya olduğumuzun farkına varırız. Bu rakip sadece kuralları öğrenmeyi reddedenler için merhametsizdir; ötekiler içinse oldukça cömerttir. Öyle ki bazen bir kalenizi hatta maceracı vezirinizi bile almaz.

Başka bir deyişle kurallarını kavradığımız takdirde çalışma yöntemi, engelleyici hiçbir unsur teşkil etmez. Belki içinde tesadüften ve “turizmden” birer pay barındırabilir. Manzaraya bakmak, çeşitli kaynaklarda susuzluğunu gidermek, ormandan çiçekler toplamak elbette ki yasak değildir. Ancak bu küçük eğlence anlarında bile her akşam varılması gereken menzili unutmamak gerekir. Bu da sağlam adımlar ve takip edilecek istikamette kararlı bir yürüyüş demektir.

Yola çıkarken tek bir koşul gerekli: İşini bilmek. İşimiz ister tahtadan bir levhayı düzleştirmek olsun ister demiri dövmek, ister odun kesmek, ister bir pencere camı takmak. Gücümüzü iyi kullanmak, nesnelerin yasasına boyun eğmek ve ortaya iyi bir iş çıkartmak için hepsinde edinilmesi gereken bilgiler mevcuttur. Eğer deneyimli bir işçi tecrübelerini bizimle paylaşmaz, yanlış noktalarımızı düzeltmezse biz nasıl yapıldığını anlayana kadar yorgun düşer ve o işi yanlış yaparız. Bu da enerji ve zaman kaybı demektir çünkü gözlemcilerin nesiller boyu adım adım geliştirdiği yöntemleri kendi başımıza bulduğumuzu ileri süremeyiz. Kurşun bir boruyu lehimlemek için içyağının gerekli olduğu bilgisi, bir çırağın işin geleneği gereği öğrendiği sayısız keşifteki gibi aklımıza kendiliğinden gelmez. Her şeyi, hatta yumurta haşlamayı bile öğrenmek durumundayız.

Oysa dünyanın en hassas ve en zor işi söz konusu olduğunda belirsiz istikametlerin yeterli olduğu yanılgısına kapılırız.

Belirsiz istikametle neyi kastediyorum? Çoğu zaman böylesi temel bir mesele üzerinde düşünmeyen öğretmenlerimiz bize anlamsız öğütler verir; bunlar her zaman amacından sapmış tavsiyelerdir. Asıl önemli olan az ve içerik olarak zengin sayfalar okumakken sürekli “Çok kitap okumalısınız.” diye tekrarlarlar.

Deneyimlerime dayanarak her yüz öğrenciden birinin kendi enerjisine, hafıza kalitesine, sağlık durumuna göre çalışma yöntemi seçmeleri konusunda en ufak bir fikrinin bile bulunmadığını söyleyebilirim. Kimse, hiçbir zaman o öğrenciyi böylesine zaruri bir konu üzerinde düşünmeye yönlendirmemiştir. Lisede dil bilgisi kuralı ya da sözlüğe başvurmayı bilmeyen öğrencilerle çok karşılaştım. Çünkü bu onlara daha önce öğretilmemişti. Derste yanına oturduğum, zavallı bir dokuzuncu sınıf öğrencisi fiil çekimlerini sözlükte bulmayı bilmediğini sıkılarak itiraf etmişti. Metin özetlemeyi de bilmiyorlardı. Bu öğrencilerin onda dokuzu Latince bir tercümenin ne tür bir çaba gerektirdiğine dair fikir sahibi değil. Herhangi bir işle görevlendirildiklerinde nereden başlayacaklarını bilemezler. Oysa bu denli zayıf iradelerle yapılan her seçim, alınan her karar daima pahalıya mal olur. Kimse onlara “işe girişmeyi” öğretmez. Öğrenim sürecinin en zoruna terk edilmiş bu zavallı çocuklarda ise umutsuzluktan başka bir şey bulunmaz! Bu öyle bir umutsuzluktur ki cesareti kırılmış, donuk bir tevekküle dönüşür.

Felsefe öğretmeni olarak bir gün, derste birden kalkıp öğrencilerin yanına oturdum ve beni altüst eden bir gerçekle yüzleştim. Çeyrek yılın sonunda öğrenciler dersimden hiçbir şey anlamamıştı. Bu durumun bende yarattığı farkındalıktan hoşnut bir şekilde, o günden itibaren yıldan yıla kolaylaştırdığım öğretim yöntemimin etkisini merakla takip ettim.

Çocukların aklında hiçbir bilginin kalmadığı kalabalık sınıflarda edindiğim tecrübelerime3 dayanarak söylüyorum ki çoğu öğretmen, öğretim yöntemlerine öğrencilerin nasıl tepki verdiklerini hiçbir zaman tam anlamıyla incelememiştir.

Umuyorum ki gelecek yüzyılda her eğitim kurumunda eğitim konusunda bilgili, psikolojide donanımlı biri çalışma yöntemlerinin uygulamaya konulmasıyla ilgili görevlendirilmiş olur. Bu kişi, her çocuğa kendi doğasına ve ihtiyaçlarına göre yol gösterecek bir çalışma yöneticisi olacaktır. Öğrencilere bir dersi nasıl çalışmaları, sözlüğü nasıl kullanmaları, Latince bir tercümeyi nasıl yapmaları, nasıl kompozisyon yazmaları, nasıl not tutmaları ve onları nasıl sınıflandırmaları gerektiğini öğretecek… Onlara başarılı insanların hayat hikâyelerini ve gösterilecek küçük çabaların aslında ne kadar önemli olduğunu anlatarak öğrencilerin morallerini yüksekte tutacaktır. Bir öğrenci cesaretini kaybettiğinde onun bu enerji düşüklüğünün nedenlerini araştıracak ve gereken ilacı tatbik edecektir. Her öğrencinin zayıf noktaları, yetenekleri, zihinsel alışkanlıkları, noksanlıkları, eğilimleri üzerinde çalışacak ve her birine ihtiyaç duyduğu yardımı sağlayacaktır.

Bu çalışma yöneticisi gözlemlediği zihinsel çabaların sürekliliği, edindiği deneyim birikimi ve mesleki becerilerini göz önünde bulundurarak kişilik yapılarına göre uyarlanmış çalışma yöntemleri üzerine çıkarımda bulunacaktır. Böylelikle en iyi çabaların onlarla birlikte kaybolmamasını sağlayacak ve deneyimlerin savrulup gitmesine izin vermeyecektir.

Ne seçkin zihinler, entelektüel çalışmalarını iyi organize edemediklerinden dolayı başarısızlığa uğradı. Kaç öğrenci yetersizlik hissinin yarattığı cesaretsizlikle, artık işlevini yitirmiş alışkanlıklara akıp gitti.

Ben de zamanında organize bir şekilde çalışmayı bilemeyişimden sıkıntı duymaktayım. Eğer bilseydim büyük zaman kayıplarından, var olan gücümü anlamsızca heba etmekten, cesaretsizlik anlarından kaçınmış olacaktım ve daha az bir çabayla daha hızlı sonuçlar elde edecektim.

Gençlerimiz muhteşem bir Fransa’yı yeniden inşa etme gücüne sahipler. Bu yüzden çalışmaları daha zahmetsiz ve verimli olmalı; bu, onların enerjilerini boşa harcamalarından kaçınmaları için gerekli. İşte bu amaçla, zihinsel çalışmanın öğrenimine dair bu kılavuzu gençlere sunmaktayız. Maksimum çabayla minimum sonuçlar elde edilen zamanlar olsa da eğer bu kitabı kendi kişiliklerine uyarlamayı bilirlerse minimum çabayla maksimum sonuçlara sahip olabilirler.

BİRİNCİ KİTAP
ÇALIŞMAYI SEVMEK VE BİLMEK

BİRİNCİ BÖLÜM

Başarmanın Şartı, Çalışmayı Sevmekten Geçer

Deneyimsel geleneklere dayanan eğitim sistemimiz, psikolojideki ciddi hatalar üzerine kurulu olduğundan iradenin duygusal bir güç olduğunu ve zihnin köklerinin duygusal dünyaya kadar uzanmasını görmezden gelir. Duyguların geliştirilmesi ve akıllıca düzenlenmesiyle başlamak doğal olandır. Duyguların ustaca bir şekilde eğitimiyle harikalar yaratılabilir: İnsan doğasında var olan güçlü eğilimler üzerinde hâkimiyet kurabilir ya da aksine başlarda güçsüz olan eğilimleri güçlü kılabiliriz.4

Fransız ulusal eğitiminin, bilimsel gelişmelere ve Alman eğitim sistemine hayranlık duyan kurucuları ruhsal eğitimi başka bir millet tarafından kabul görmüş bilgi birikimiyle birbirine karıştırdı. Yüzeysel bilgiler ansiklopedisini hafızaya istiflemenin ağırlığı altında kaldılar ve derin bir ruh eğitimi konusunda ihmalkâr davrandılar. Böylece insan doğasının en değerli ve tesirli duygularının iş birliğinden mahrum kaldılar.

Korkuya Başvurmak

Fransız pedagojisi, kendisini iflasa mahkûm edeceğini bildiği için duygulara başvurmayı reddetmez. Ama Fransızların daha cesur duygulara erişebilir olduğunu bilmesine rağmen oldukça sefil duygulara, korkuya ve kıskançlığa başvurmaktan öteye gidemez. Bun-lar evrensel ve güçlü duygulardır ancak etkileri zamanla sınırlıdır.

Cezalandırılma korkusu frenleyici nitelikte olabilir fakat hiçbir zaman harekete geçirici ve canlandırıcı bir etkiye sahip değildir. Yalnızca kötü bir alışkanlığın ya da kusurlu eğilimlerin önüne geçmede faydalı olabilir. Öyle ki yapılmaması gereken bir eylemi dayak korkusuyla o kadar idrak ettirebiliriz ki bir av köpeğini dahi avlanan hayvanı parçalamaması yönünde bu sayede eğitebiliriz. Yine de bu eyleme pek güvenmemek gerekir. Aynı şekilde korku aracılığıyla bir çocuğun okuldan kaçmasını engelleyebiliriz fakat onu ciddi bir şekilde çalışmaya ve özveride bulunmaya teşvik etmek söz konusu olduğunda bu yönteme güvenmeyin. Dış görünüşten ibaret bir çaba ve sahte bir istenç takınacak, korku yönteminin tersini uygulayarak elde edilebilecek olandan daha azını size sunacaktır. Öğrenci, çalışmanın onu sıktığı zamanlarda çaba göstermekten kaçmak konusunda oldukça beceriklidir. Dikkatini çalışmaya veriyormuş gibi gözükse de enerjisini öğretmenini aldatmaya yönelik kullanmakla meşguldür. Sağlam adımlarla ilerlemez ve zorlukları aşmak için gereken çabayı göstermez. Bu sahte tutum öğrencilerimizin çoğunda görülür. Zihinlerinde bazı düşünceleri takip ederken dikkat kesilmiş havası vermeyi bilirler. Bu durumdan bezmiş öğretmenler, öğrenciler tarafından yansıtılan görüntüyü kabul etmek durumunda kalırlar. Aralarındaki bu gizli ittifakı, sıkıntı verici bir duruma razı olmak için düzmece çabanın sahteliğini oy birliğiyle kabul eder çünkü ortaya gerçek bir çaba koymak gerektiğinde yıpranmak ve öğrencilerin yarısını dışarıya atmak kaçınılmaz olacaktır. Bu durum, Fransız ortaöğretiminde skandal olarak kabul edilir.

Bir okulun merdiven altındaki ceza sınıfına her girdiğimde bunun eğitim sistemimiz için bir utanç durumu olduğunu düşünürüm. Bir gerçek gözlerden kaçar: Ceza alanlar hep aynı öğrencilerdir. Bu da sistemin açıkça iflas ettiğinin bir göstergesidir.

Cezaya alışkın olanlar irade hastalarıdır. Tek yapılan onları iki saat boyunca bir odaya kapatmak ve fiil çekimlerini defalarca yazmak gibi baştan savma yapılabilecek bir işi tamamlamaya zorunlu tutmaktır. Bu, gribe yakalanan bir çocuğu tedavi etmek amacıyla verilen faydasız bir ilaçtır. İrade hastalığı ateşi kırk dereceye çıkarmasa bile bir hastalıktır; semptomlarını ayırt etmek, teşhis koymak ve bilimsel çareleri tatbik etmeyi gerektirir. Ceza odasının hasta koğuşuna dönüştürülmesi gerekmektedir. Mantıksal sapkınlıkların çokça bulunduğu bir eğitim yuvasında, tuhaftır ki kimse bu sapkınlıkları ortaya çıkarmaz ve tedavi etmez. Acımasız ceza sistemimiz, irade hastalarının durumunu yıldan yıla vahimleştirmekte ve eğitimli addedilen insanlar arasındaki hastaların çoğalmasına sebep olmaktadır. Cezaya alışkın olanların çoğu uygunlaştırılmış bir tedaviyle kurtarılabilir ancak ceza korkusu gücü tükenmiş bir iradeye asla atılım imkânı vermez.

Kısacası ertesi gün okul çıkışında sistemin başarısızlığı kendini gösterir. İstemeyi öğrenememiş bir öğrenci için artık ceza da yoktur. Bir ceza, uygulanabilir ve kaçınılmaz olduğu müddetçe sahip olabileceği en az etkiye sahiptir.5 Tembel öğrenciye uygulanan cezaların yaptırımı da çok azdır ve sınavlarda kopya çeken, hakem kurulunun hoşgörüsüyle işin içinden sıyrılan arkadaşlarını temel alarak tembelliğinin cezasını ödemeyeceği yanılgısına kapılır.

1.Bilimsel Dergi, 15 Haziran 1896.
2.W. Bagehot, Lois scientifiques du développement des nations.
3.Jules Payot, L’apprentissage de l’art d’écrire.
4.Jules Payot, İrade Terbiyesi.
5.Cezaların verimsizliğine dair Bentham’ın nitelikli yazısına göz atın. La Religion Naturelle. Son influence sur le bonheur.